Dünya başkentleri Dağlık Karabağ'daki savaşa odaklansa da asıl merak konusu Amerikan başkanlık seçimleri. ABD'nin küresel rolünün ne olacağı herkesi ilgilendiriyor. Ve bu Trump'ın mı yoksa Biden'ın mı kazanacağı ile yakından alakalı. Gerçi Biden kazansa bile Transatlantik İttifakı ve uluslararası örgütlerle ilişkileri toparlaması hayli zor görünüyor. Zira Obama'nın mirasına tepkiyle şekillenen Trump etkisi ABD dış politikasını önemli ölçüde zaten değiştirdi. Dahası, ABD'nin kısmi geri çekilmesiyle oluşan jeopolitik boşluklarda büyük güçlerin rekabeti hayli yoğunluk kazandı. Trump da Biden da artık kendilerinin spesifik politikalarını aşan bu realiteyle yüzleşmek durumunda.
***
Jeopolitik değerlendirmeler bir yana Demokratların 2020 seçim kampanyasının
"demokrasimiz tehlikede" kaygısıyla yapılması hayli öğretici. İki başkan adayının münazarasındaki
"kalitesizlik", bir utanç vesilesi olmanın ötesinde anlam taşıyor. Benim gözümde Trump etrafında yaşanan aşırı kutuplaşma Amerikan demokrasisinin derin krizine işaret ediyor. Bir zamanlar
"Sandık demokrasi için yeterli değil" diyerek Türkiye'ye
"konsolide demokrasi" dersi verenlerin şimdi kendi başkanlarının
"3 Kasım'da kaybedersem seçimlerde hile var demektir" açıklaması ile boğuşması hayli manidar. Demokrasinin ilk şartı olan
"seçim sonuçlarına saygının" nasıl temin edileceğini kara kara düşünüyorlar. Ülkenin bir Trump yönetimini daha kaldıramayacağını düşünüyorlar. Seçimlerin mahkemede bitmesi neredeyse herkesin ortak beklentisi.
***
Trump'ın
"barışçıl iktidar devrini" kabul etmemesi karşısında 20 Ocak'ta
Beyaz Saray'dan ordu marifetiyle çıkarılabileceği
konuşuluyor. Genelkurmay Başkanı
da olası ihtilafta mahkemelere ve Kongre'ye
işaret ediyor. Bu gündem gerçekten, kendini
"hür dünya" diye tanımlamakla mağrur
ABD için sarsıcı bir tecrübe. Posta ile gönderilen
oylardaki hilelerden Rusya'nın seçimlere
müdahalesine kadar tartışılanlar, ABD
demokrasisinin ne kadar kırılgan olduğunu
açığa çıkardı. Ciddi bir milli güvenlik tehdidi
karşısında olmayan süper güç ABD'nin
beyaz milliyetçiliği, ırkçılık, ekonomik sorunlar,
Çin'in rekabeti ve küresel müdahale yorgunluğu
sebebiyle bu noktaya gelmesi tüm
dünyaya ders niteliğinde. Zayıfların krizlerinin
güçlülerin dünyasında da bu kadar kolay
ve tüm ihtişamıyla ortaya çıkması alınması
gereken en değerli ders.
***
Kimi Amerikalılar
"iki ihtiyarın kavgasından" o denli rahatsız olmuş ki, ülkenin
geleceğinden umudunu keserek
"Kanada, Yeni Zelanda hatta Arjantin'e yerleşme" tartışmasına sürüklenmişler. Yine de bu
ruh halini abartmamak lazım. 2016 başkanlık
seçimleri öncesi Trump başkan seçilirse
ABD'yi terk edeceğini söyleyen arkadaşlarım
vardı. Elbette abartılı cümlelerini yuttular,
ülkelerini terk etmediler. Seçimlerin hemen
ardından Trump'ın ne kadar
"kötü bir başkan" olduğunu Amerikan kamuoyuna
anlatma mücadelesine girdiler. Şimdi de
karamsar konuşanların çok büyük bir çoğunluğu
mahkemede bitmesi beklenen bu kavganın
bir tarafı olarak rollerini üstlenecektir.
***
Kovid-19'a yakalanan Trump ise hızla iyileşip,
"virüsü yendim" havasıyla kampanyasına dönmeye çalışıyor. Yani Trump için artık Kovid-19 hem seçimin hem de sağlığının merkezine oturdu. 200 bini aşkın Amerikalının ölmesini umursamamakla suçlanan Trump bu hastalıktan kurtularak seçimlere girerse iddiasını sürdürür.
"Ekonomiyi Trump toparlar" algısı Biden'ın en büyük dezavantajı. Son dört haftada Trump'dan fark yaratacak her şeyi beklemeliyiz. 3 Kasım sonrası ise Amerikan siyaseti için tam bir muamma. Benzeri görülmemiş bir belirsizlik. Ne demiş eskiler, yaşa ki göresin.