“Havuç-sopa” yaklaşımı neden çalışmaz?
Bu yaklaşım AB'nin Türkiye ile kurması gereken yeni ilişki konusunda ne kadar sıkıntıda olduğunun yansıması. Uzun süredir aralarında tartıştıkları "Erdoğan'lı Türkiye ile ne yapalım?" sorusuna verilen sözde akıllı bir cevap. Öyle ya, Türkiye'nin iddiaları "ödül ve ceza ikilemi" ile sınırlandırılacak... Bazı tavizler sunulan Ankara geri adım atmazsa "yaptırımlarla" tedip edilecek... Çok açık ki bu çalışmaz... "Havuç-sopa" anlayışı sadece müzakere sürecindeki bir üyeye takınılan Avrupa nobranlığını göstermiyor. Aynı zamanda AB'nin Başkan Erdoğan yönetimindeki yeni Türkiye'nin varoluşsal önceliklerini anlamadıklarını ya da anlamazdan geldiklerini ifade ediyor.
Erdoğan'ın "Türkiye'nin kendisine dayatılan ahlaksız haritaları ve belgeleri yırtıp atacak siyasi, ekonomik ve askeri güce sahip olduğu" açıklaması bir blöf değil. Türkiye kamuoyunun üzerinde birleştiği, varoluşsal kaygılarla desteklenen milli bir oydaşma. Yani, "Türkiye, Karadeniz, Akdeniz ve Ege'den payına düşeni alacaktır" kararlılığı. Bu milli kararlılığın karşısına havuç-sopa yaklaşımı ile çıkmak "AB dayanışması" adı altında yeni bir hatanın altına imza atmaktır. Doğu Akdeniz'de Yunanistan'ın maksimalist taleplerine destek vererek çözümü tıkamaktır. AB'yi etkisizleştirerek Rusya'nın ve ABD'nin Doğu Akdeniz'de denkleme daha fazla müdahil olmasına alan açmaktır. Hatalar zincirinin başı 2004'e uzanıyor.
Kıbrıs sorunu çözülmeden bu yılda Güney Kıbrıs'ın üye kabul edilmesi AB-Türkiye ilişkilerinde ağır bir yük oluşturdu. Yunanistan'ın ve şimdilerde Fransa'nın araçsallaştırdığı bu yük, Doğu Akdeniz'deki enerji ve savunma alanlarındaki jeopolitik rekabet ile birleşiyor. Transatlantik İttifakın çatırdadığı bir dönemde AB liderlerini Türkiye politikasında tepkiselliğe itiyor. AB, Ankara'nın Suriye ve Libya hamleleri karşısında "etkisiz aktörlük sendromu" yaşıyor. Bazı Avrupa ülkeleri, iç siyasetlerindeki popülist dalgalanmalar sebebiyle, Türkiye'nin aktörlüğünü "sınırlandırılması gereken bir öteki" haline dönüştürüyor. Fransa ve Avusturya, aslında bu ötekileştirmede Yunanistan'dan daha sorunlu yerdeler.
Yunan medyası, "Türkiye işgali" tehdidiyle meşgul ise de Yunanistan, Türk kamuoyunun "kurucu ötekisi" değildir. Ancak Fransa ve refikleri yüzünden Türkiye'yi "Ege ve Doğu Akdeniz'de karaya sıkıştırma" çabası AB'yi Türkiye'nin "ötekisi" haline getirebilir. İki yüzyıllık modernleşme serüveni ile Avrupa'ya entegre olmak isteyen Türkiye'yi "sorun" ya da "öteki" olarak etiketlemek Avrupa için "içe kapalı ve güvensiz" bir gelecek tahayyül etmektir. Rusya'dan sonra Türkiye'yi Avrupa çıkarlarının karşısında konumlandırmaktır. Geriye AB'nin dış politika sorumlusu Borrell'in dünkü La Stampa'da bahsettiği titrek, Avrupalı korkular kalır. Borrell'e göre AB, Rusya ve Türkiye'nin "imparatorluk nostaljisi" ile karşı karşıya. Avrupalı siyasetçilere önerim, havuç-sopa yaklaşımını terk etmeleri. Eskisi gibi aza razı edilen bir Türkiye aramaktan vazgeçmeleri. Hakkaniyet temelinde uzun vadeli ortak çıkarlara odaklanmaları.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Sabah’a veda etmenin bu kadar zor olacağını biliyordum (20.05.2024)
- Yeni gelişmeler normalleşmenin seyrini nasıl etkiler? (17.05.2024)
- Değişim ama nasıl? (14.05.2024)
- Yeni Anayasa tartışması neden kaçınılmaz? (11.05.2024)
- CHP ve İyi Parti rol mü değiştiriyor? (10.05.2024)
- Kılıçdaroğlu mirası, Özel’in zorluğu (07.05.2024)
- Siyasette ‘yumuşama dönemi’ ne getirir? (04.05.2024)
- Yeni bir siyasi süreç (03.05.2024)
- İYİ Parti, Dervişoğlu ve üçüncü yol kaldı mı? (30.04.2024)
- Özel ve Kılıçdaroğlu’nun ‘siyaset’ kapışması (27.04.2024)