Muhalif çevreler iktidarın oy kaybı içerisinde olduğunu söylemekten mutluluk duyuyorlar. Son haftalardaki kimi anket şirketlerinin tartışmalı çalışmaları bir yana, bazı internet mecrası yöneticileri 2013'ten bu yana ısrarla "Erdoğan bu defa gidiyor" söylemini tekrarlamayı ve konuklarına tekrarlatmayı çok seviyorlar. Defalarca yanılsalar da yeni yeni argümanlarla bu emelin peşini bırakmıyorlar. Şimdilerde
AK Parti'den ayrılanların kurduğu yeni partilerin genel başkanlarının ya da destekçilerinin Başkan Erdoğan'a getirdiği suçlamalar ile de bu söylemi zenginleştirmeye çalışıyorlar. Onları "iktidarın parçası iken yapılanlarla ilgili günahlarınızı itiraf edin baskısı" altında tutmaları işe yarıyor. Farklı tonlarda olsa da hem GP hem de DEVA yetkilileri 2013 ile 2016 arasındaki politikalarda kendilerini aklayacak, Erdoğan'ı suçlayacak beyanlarda bulunuyorlar.
***
GP Genel Başkanı Davutoğlu'nun eleştirisi CHP ile eşitlenerek "Türkiye'deki bütün sorunların sorumlusu bizatihi Erdoğan'dır" söylemine vardı. Bu, Erdoğan karşıtlığının dip noktası aslında. DEVA Partisi Genel Başkanı
Babacan ise Davutoğlu'nun bu söylemini "rövanşist" bularak kendilerinin "şahıslarla derdi" olmadığını, "hedeflerinin AK Parti ve Sayın Cumhurbaşkanı olmadığını" söylüyor. Davutoğlu'nun fazla kişiselleşen eleştirilerinden farklı olarak konu bazlı "ne o ne o" değerlendirmelerine yöneliyor. Sözgelimi Babacan da yolsuzluk suçlaması yapıyor ancak bunu 17-25 Aralık yargı darbe girişimini "mini darbe girişimi" diye nitelemenin peşine koyuyor. 17-25 Aralık darbe girişimini güya eleştiriyor ancak bu girişimin yolsuzluk iddiasını sahipleniyor.
Ve "mini darbe" dediği şeyin, 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişiminin ayaklarından birisi olduğunu ve Erdoğan'ı devirmeyi hedeflediğini göz ardı etmemizi bekliyor. Bu da yeni model, Erdoğan karşıtlığı. Adını anmadan ve hedef almadığını söyleyerek konular üzerinden suçlamak. Yani Babacan, dolaylı ve sinsi bir Erdoğan karşıtlığını üretmenin peşinde.
***
Muhalefet partilerinin Erdoğan karşıtlığına bağımlılığını anlıyorum. Çok partili siyasi hayatımızın en etkili lideri olan Erdoğan'ın yaptıkları ile yüzleşmek herhangi bir siyasetçinin kaçınılmaz meydan okuması. Ancak muhalefetin kendisini iktidardan ayrıştırmada en etkili yolu suçlamak değildir. Olumlu siyaset üretmektir. Yani seçmene iktidarınkinden farklı politika önerileri sunabilmektir. Seçmen mevcut politikalara ve yürütücüsü aktörlere yapılan eleştirileri dinler; ancak nihai anlamda ülkeyi kimin daha iyi yönetebileceği kanaatine göre oy verir. 18 yıllık dönemde aldığı bütün eleştirilere rağmen AK Parti hala siyaset üretme konusunda sayıları giderek artan muhalefet partilerinden açık ara önde. Öncelikle 2013 ile 2016 arasında gösterdiği direnç ile tabanını konsolide eden AK Parti,
15 Temmuz sonrasında Cumhur ittifakını kurarak kendine önemli bir siyasi zemin oluşturdu.
***
Bu zemin sayesinde dış politika ve güvenlik politikaları da söylemleri de büyük bir ağırlıkla iktidar tarafından belirleniyor. Sadece ekonomi ve bazı güncel düzenlemeler bir tartışma alanı haline geliyor. Çoklu baro ve sosyal medya düzenlemesi gibi konularda sert eleştiri yapan muhalefet partileri, Ayasofya'nın açılması meselesinde "açacaksanız açın" ya da "istismar etmeyin" pozisyonundan ileri gidemiyorlar. Washington, Moskova, Paris ya da Atina'dan gelen eleştirileri tekrarlayamıyorlar.
Bunun Erdoğan'a desteği tahkim edeceğini düşünüyorlar.
Yine İktidarın Doğu Akdeniz, Libya, Suriye, Irak ve terörle mücadele politikalarına muhalefetin eleştirileri ya yok ya da çok cılız kalıyor. Uluslararası aktörlerle çıkan gerilimlerde ifade ettikleri "daha uzlaşmacı olalım" ya da "ne işimiz var orada" söylemleri kısa sürede etkisizleşiyor, yerini sessizliğin getirdiği dolaylı bir onaya bırakıyor. Yerel seçimlerden sonra ve özellikle Koronavirüs ile mücadele döneminde takındığı siyasi tutum ile Erdoğan, karşıtlıktan beslenen siyasetçilere istedikleri polemik malzemesini de vermiyor. Erdoğan karşıtlığına bağımlılık, her versiyonuyla, muhalefetin siyaset üretebilme imkanının tüketen bir kara delik durumunda.