Güncel parti siyasetinin gündeminde sosyal medya düzenlemesi, Ayasofya, çoklu baro teklifi, İstanbul Sözleşmesi, LGBT, Z kuşağı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin temel belediyecilik hizmetlerindeki gerilemesi gibi konular var. Bu sıcak maddelerin yanı sıra süreklilik arz eden iki temel husus ise olası erken seçim ve ittifaklardaki değişim ihtimalidir. Cumhur İttifakı cenahından gelen
"seçimler 2023'te yapılacak" açıklamalarına rağmen İP Genel Başkanı Akşener, bu ihtimali dile getirmekten vazgeçmiyor. En son ekim-kasım gibi bir seçimin Başkan Erdoğan'ın
"masasında olduğunu" iddia etti. Daha önce de yazdım; muhalefetin bu tartışmaya devam etmesinin sebebi, bir erken seçim beklemekten çok
"Türkiye'yi seçim ortamında tutma" arzusudur. Bu sağlanabilirse ekonomik durumu eleştiri konusu yapabileceklerini düşünüyorlar. Dahası, bu tartışmayı ittifaklar içi ve arası polemikleri canlı tutarak Erdoğan karşıtı bir cepheleşmeyi büyütmenin bir yolu olarak görüyorlar.
***
Akşener'in ekim-kasım ayına işaret etmesi çok ilginç. Zira bazı dinamik çevrelerin ABD'deki başkanlık seçimlerini beklediği, Trump'ın seçilemeyip Demokratların iktidara gelmesi durumunda Türkiye üzerinde Transatlantik ittifakın baskısının artacağını hesap ettiği biliniyor.
Washington'un
"yeni bir demokrasi promosyonu" söylemiyle
Ankara'yı da sıkıştırmasını
umuyorlar. Böylece erken seçim
ortamının oluşmasını bekliyorlar. Bu yaklaşımın temel iki hesap hatası var.
İlki, Başkan Erdoğan'ın gücü ve Cumhur İttifakı'nın dayanışması, dış konjonktürün Türkiye'yi hedefleyen politikalarını yönetebilecek bir kıvamda. Suriye, Irak, Doğu Akdeniz ve Libya dosyaları buna örnek.AK Parti, tüm iktidarı boyunca dış-iç politika etkileşimini yönetmede geniş bir tecrübe sahibi.
***
İkincisi, Trump'ın kazanmak için her şeyi seferber edeceği aşikâr. Koronavirüs salgınını kötü yönetmesi ve artan işsizlik sebebiyle salıncak eyaletlerde ve güneyde desteği düşüyor.
"Maske takmak" üzerinden
"kültürel bir kutuplaşmaya" yönelmesinin sebebi ise Evanjelik oyları konsolide etmek. Bağımsızlık Günü mitinginde
"ABD'nin aşırı solcu faşizm kuşatması altında olduğunu" ve
"ırkçılık karşıtı protestocuların siyasi sistemi tehdit ettiğini" savunması Trump'ın kazanmak için bütün hamleleri yapacağını gösteriyor. Trump'ın hamleleri seçimleri almaya yetmez ve Demokratlar kazanırsa hem ABD iç siyasetinin kutuplaşması hem de Çin ile
"soğuk savaş" sebebiyle işleri toparlamaları hayli zor olacak. Olası
"Trump sonrası dünyanın" Clinton'ın başkan olması durumunda karşılaşacak dünya olmadığı açık. Çin, AB, Hindistan, Rusya, İran, Suudi Arabistan ve Türkiye ile ilişkiler yeni bir güç denklemiyle yüzleşmek anlamına gelecek. Bugünün dünyası Trump öncesine dönüşe imkân vermiyor.
***
Muhalefetin ana derdi, 2023 seçimlerine kadar Millet İttifakı'nı ayakta tutmak ve yeni partileri buraya eklemlemek. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu bu amaçla partisinde olası çatı adaya karşı çıkacakları marjinalize ettiği gibi İP, SP, HDP, GP ve DEVA ile geniş bir Erdoğan karşıtı ittifakın hayalini kuruyor. Kimi zaman
"küçük partinin tahakkümü" diyerek
"Erdoğan'ın Bahçeli'nin vesayetinde" olduğunu iler sürüyor. Kimi zaman da
"bütün olumsuzluklara MHP de ortak" eleştirisinde bulunuyor. Her iki
eleştiri de Cumhur İttifakı'ndan
kopmayacağını gördüğü MHP'yi
AK Parti tabanında sorunsallaştırmak. Yeni partilerin MHP eleştirilerine destek vererek bunu olası bir ittifakın harcı haline getirmek.
Muhalefet temsilcilerinden
"AK Parti MHP'ye teslim oldu" söylemini daha çok duyacağız. HDP marjinallikten kurtulma derdinde. Eş Başkan Buldan,
"31 Mart ve 23 Haziran'daki ittifakı büyütme ve genişletme zamanı" diyerek hem Millet İttifakı'nı iş birliğini kabule zorluyor hem de yeni partilere el uzatıyor. Erdoğan eleştirilerini CHP düzeyine çeken GP, ideolojik bir kimlik partisi profiline giderek oturuyor. Gençlere ve Kürtlere özel önem veren DEVA'nın siyaset tarzı ise
"çatı aday çıkarma" hedefine yönelik çalıştığını düşündürüyor.
İster Abdullah Gül, ister Ali Babacan olsun.