‘Liberal’ ilmihalden öğüt verenler
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile uzun yıllar çalışan isimlerin bu onulmaz sorunlarının bence iki temel sebebi var. İlki, AK Parti'nin başından itibaren fırtınalı olan iktidar serüveninde "başarılı" buldukları kısımlarda kendilerini aktif, Erdoğan'ı pasif görme yanılsamaları. Senaryoyu yazanın kendileri, rolü oynayanın Erdoğan olduğunu sanıyorlar. İkincisi de yine bu başarıda aslan payını liberalizm ve demokrasi adına uygulanan politikalara ve söyleme bağlamaları. Yani açılıma, müzakereye ve uzlaşmaya bağımlılık düzeyinde atfettikleri kategorik "başarı" iddiası. Yeni AK Parti muhaliflerinin içinden konuştuğu liberal ilmihalin bazı prensipleri, normları var. Sözgelimi demokratikleşme, PKK terörünün ve Kürt milliyetçiliğinin ayrılıkçı emellerini bitirir. Ya da liberalleşme (özgürlükleri genişletme ve ekonomiyi dışarı açma gibi) ve uzlaşma ısrarı ile uluslararası sistemle muvafık yeni başarı hikayesi yazılabilir. Ya da sürekli reform ile vesayet tasfiye edilebilir ve toplumsal kesimleri kapsayacak uzlaşmalar üretilebilir. Ve farklı seçkin gruplarının iktidar talepleri ve çıkarları müzakere ile bir araya getirilebilir.
Ders kitaplarında güzel duran bu varsayımların Türkiye'de iktidar olmanın gerçekleriyle ayrıştığı fark edildiğinde sığınılan kestirme yol ise çok bildik. İktidarı sürdürmenin ana aktörü olan Erdoğan'ın ya da çevresinin yoldan çıktığı ve ilkelerden uzaklaştığı argümanı seslendiriliyor. Milliyetçiliğe, Kemalizm'e, satükoculuğa ve otoriterliğe teslim olduğu iddia ediliyor. Yani, sorun süreçte değil, ona verilen cevapta. Yani, 2013'den itibaren Türkiye'yi türbülansa sokan krizler, Erdoğan daha liberal ve uzlaşmacı davransaydı daha iyi yönetilirdi.
Liberal ilmihalden öğüt verenler iktidarın doğasını anlamayan bir iyimserlikle malul. Türkiye'nin uluslararası sistemdeki rolünü yükseltmesinin çıkaracağı türbülansı hakkıyla değerlendiremiyorlar. Güç pastasında payı daralanların Türkiye içindeki stratejik müttefiklerini harekete geçireceğini göz ardı ediyorlar. Gerilime yönelmeden önce Türkiye'nin uzlaşma ve müzakere yolunu ısrarla denediğini unutuyorlar. Güç mücadelesine girmeden, maliyet ödemeden muktedir olunamayacağını, muktedir olmadan da düzen kurulamayacağını kabul etmiyorlar. Gezicilerin, FETÖ'nün ve PKK'nın yıkıcı emellerinin otoritenin ve güç ile karşılanmasının kaçınılmazlığını ıskalıyorlar.
AB sürecindeki demokratik reformlar ile Kemalist vesayet geriletildi ancak bu vesayetin siyasal ve toplumsal karşılıkları, CHP başta olma üzere, hiç pes etmedi. CHP, yeni vesayet arayışındaki taşeron FETÖ'yü 2013- 2016 arasında desteklemekten geri durmadı. 15 Temmuz'dan hemen sonra bile darbecilerle hesaplaşmayı "sivil darbe" olarak niteledi. Yine 2009 ve 2013 açılımlarını sabote eden ve ABD ile Suriye'de devlet oluşturma macerasına girişen PKK'ya sadece demokratikleşme ile silah bıraktıramazsınız. Taşeronluktan vazgeçiremezsiniz. Kürtlerin talepleri için yapılan reformların demokrasinin sınırlarına ulaşması bazı Kürt milliyetçilerinin şiddete bağımlılığını bitirmedi. Normların etkisini yitirdiği ve güç mücadelesinin ana eksen olduğu bir dünyada uzlaşma çağrısı ile Doğu Akdeniz, Libya, Suriye ve Irak'taki çıkarlarınızı koruyamazsınız. Kriz öncelikle içinde olduğumuz bölgenin ve kürenin türbülansıdır. Liberal ilmihalin ne kadar romantik olduğunu ABD ve diğer Batı demokrasilerinin Türkiye ile kıyaslanamayacak krizlerde nasıl savrulduklarını görerek fark edebilirsiniz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Sabah’a veda etmenin bu kadar zor olacağını biliyordum (20.05.2024)
- Yeni gelişmeler normalleşmenin seyrini nasıl etkiler? (17.05.2024)
- Değişim ama nasıl? (14.05.2024)
- Yeni Anayasa tartışması neden kaçınılmaz? (11.05.2024)
- CHP ve İyi Parti rol mü değiştiriyor? (10.05.2024)
- Kılıçdaroğlu mirası, Özel’in zorluğu (07.05.2024)
- Siyasette ‘yumuşama dönemi’ ne getirir? (04.05.2024)
- Yeni bir siyasi süreç (03.05.2024)
- İYİ Parti, Dervişoğlu ve üçüncü yol kaldı mı? (30.04.2024)
- Özel ve Kılıçdaroğlu’nun ‘siyaset’ kapışması (27.04.2024)