"Fırtınalı geçmesi" beklenen Varna'daki "Türkiye-ABLiderler Zirvesi" dün gerçekleştirildi.
Gündemi hayli yüklüydü. Suriye, göçmenler, Avrupa'da PKK'nın Türklere yaptığı saldırılar, vizelerin kaldırılması, Gümrük Birliği'nin güncellenmesi, Ege ve Doğu Akdeniz'deki gerginlikler öne çıkan başlıklardı.
Bu satırların yazıldığı saatlerde zirvenin havası dışarıya yansımamıştı.
Zirvenin, Avrupa'nın Türkiye'ye ihtiyacını en derinden hisseden Bulgaristan'ın dönem başkanlığında yapılması AB-Türkiye ilişkileri açısından bir fırsattı. Temel ihtilaf noktalarında hazirana kadar somut sonuçlar alınması lazım. Zira 2018'in ikinci yarısında Türkiye'nin "üyelik müzakerelerine sonverilmesini" isteyen Avusturya'nın AB Konseyi dönem başkanlığında olumlu adım atılması mümkün görünmüyor. Afrin zaferine verilen tepkiler gösterdi ki Batı başkentleri Türkiye politikalarını belirlemekte zorlanıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile nasıl bir yol tutturacakları konusunda içinden çıkılmaz bir çelişki yaşıyorlar.
Ve bu çelişki çözülmezse kopuş kaçınılmaz hale geliyor. Brüksel'dekiler bir yandan Suriyeli mültecilere ev sahipliğiyle Avrupa'nın güvenliğini ve istikrarını garanti eden Türkiye'nin AB'den kopmasını arzu etmiyorlar. Diğer yandan ise Ankara'nın ilişkinin mahiyetini değiştirmesinden ve Suriye'de güçlenmesinden rahatsızlar. Bu rahatsızlığı da Ankara'nın "AB'nin değerlerinden,demokrasiden koptuğu" söylemiyle formüle ediyorlar. Terörle mücadelenin demokrasiyi korumanın vazgeçilmez unsuru olduğunu göz ardı ediyorlar.
Trump'lı ve Putin'li dünyanın yarattığı belirsizliklerle mücadele etmek için Türkiye'ye ihtiyaç duyduklarının farkındalar.
"Türkiye, Erdoğan değil" diyerek ilişkileri toparlamak istiyorlar. Ancak bu ihtiyacın Türkiye'nin milli güvenlik çıkarları için Erdoğan tarafından kullanılmasına çok bozuluyorlar. "Erdoğan'a yarar" kaygısıyla, "Erdoğan'a boyun mu eğeceğiz" endişesiyle tavırlarını sertleştiriyorlar.
Stratejik "çıkarlar"ını liberal "değerler" argümanlarıyla perdeliyorlar. AB, Türkiye'nin 15 Temmuz sonrasındaki yeni güvenlik politikasına uyum sağlamak zorunda. PKK-YPG ile verilen mücadele Erdoğan'ın PR'ı değil. Türkiye'nin güvenlik önceliği... PKK-YPG'nin Suriye'nin kuzeyinden temizlenmesini Avrupalı siyasetçilerin "işgal, yayılmacılık" olarak sunması hiçbir etkide bulunmuyor. Yine, Ege adaları ya da Kıbrıs'taki doğalgaz çıkarımı konularındaki ihtilaflar Erdoğan'ın şahsi siyaseti değil.
Güney Kıbrıs'ı Türkiye'nin üyeliği gerçekleşmeden tam üye yapan Avrupa aklının tercihinin sonuçları. Dahası, Ege'deki tartışmalı adalar ve Doğu Akdeniz'deki sondaj, Türkiye kamuoyunun etrafında birleştiği konular. CHP'nin Kardak konusundaki sert söylemini ya da Afrin zaferini kutlamak zorunda kalmasını hatırlayalım.
AB, sert gücünü Suriye'de kullanmaya başlayan Türkiye ile yeni bir ilişki tarzı üretmek zorunda. Türkiye'yi, Erdoğan'ı "baskılama" tavsiyeleri çözüm getirmiyor. Neden mi? 2013'ten bu yana hem Washington hem Brüksel zaten bunu deniyor ve çalışmıyor.
Kaldı ki, Türkiye, 2016 sonrasında savunma pozisyonundan çıktı ve etrafındaki türbülansa müdahale eden bir politikaya geçti. Ve Erdoğan, 2019 seçimlerine giderken "cumhur ittifakı" ile iç siyasi konsolidasyonu sağladı. O halde kopuşa götürecek gerilimler yerine yeni bir işbirliği zeminine ihtiyaç var. Alman eski dışişleri bakanı Gabriel'in Türkiye'nin "Avrupa yönelimini" kaybetmesinin "Avrupalılar için yenive son derece büyük bir risk anlamına" geleceği yönündeki uyarısına kulak vermekte fayda var.
İlişkileri toparlamanın yolu Avrupa ve Türkiye'nin uzun vadeli stratejik çıkarlarının ne kadar örtüştüğünü görmekten geçiyor.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.