İran’daki türbülans nereye gider?
Trump ve Netanyahu fakir kesimlerden gelen protestoculara destek vermekte gecikmedi. Bu da Hamaney ve Ruhani'nin "düşmanların beslediği protestolar" diyerek kontrolü ele almasına imkân tanıdı.
Mayıs 2017'den itibaren İran karşıtı blok kurmaya çalışan ve milli güvenlik stratejisinde İran'ı, Kuzey Kore ile birlikte "haydut devlet" olarak ilan eden Trump'ın "heyecanını" anlamak mümkün. Gerçi müttefiklerine yaptığı yardımları bir bahane bularak kesen Trump'ın dolar harcayarak İran'a karşı ABD'nin meşhur "demokrasi promosyonu" politikasına geçtiğini de sanmayalım. Zira Trump'ın "ekonomik güvenliğe" dayalı stratejisi Ortadoğu'da kaostan menfaat devşirme hedefi güdüyor.
İran'ın "bölgesel yayılmacılık" politikasına verilen tepkiyi görmenin keyfini çıkarıyor.
Netanyahu ise Kudüs gündeminin hafiflemesinden duyduğu memnuniyetle Batı Şeria'daki yerleşim yerlerini iltihak etmek ve Filistinlilere idam cezası getirmekle meşgul.
Mısır'da Mursi'nin devrilmesi, Suriye, Libya ve Yemen'de iç savaşlar, yüzbinlerin öldürülmesi, milyonların mülteci durumuna düşmesi ve terör örgütlerinin şiddeti... Obama'nın göz yummasıyla baharın kışa çevrildiği bir bölgede bir on yıl daha "demokratikleşme dalgası" anlamında "baharı" beklemenin isabetli olmadığı görüşündeyim.
Refahın paylaşım sorunları her daim halkları tetikleyebilirse de "istikrar, güvenlik ve bütünlük" değerleri bunca iç savaştan sonra birinci öncelik durumunda. Küresel düzenin banisi ABD'nin mevcut başkanı Trump, her gün yeni bir belirsizlik oluşturacak tehditlerini sürdürürken söz konusu değerlerin tüm dünya için de ilk sıraya yükseldiğini söylemek abartı olmaz.
Aksine bugün İran'da yarın bölge ülkelerinin herhangi birinde yeni ayaklanmaların olmasını beklemeliyiz.
Ancak küresel ve bölgesel siyasetin güvenliğe bu derece endekslendiği bir dönemde protestolar, kaynağı ne kadar toplumsal olursa olsun, "dış güçlerin müdahalesi" ile kolaylıkla suçlanacak.
Suriye, Irak, Libya ve Yemen gibi iç savaşların maliyetlerini bilen yönetimler de halklar da tavrını buna göre belirleyecek. Bu farkındalığa "Arap baharından alınan acı ders" de diyebiliriz. Kaldı ki, 1979 devrimi sonrasındaki yeni dini-ideolojik yapıyı kadim devlet geleneğiyle sentezleyen İran'ı, otoriter Arap cumhuriyetleri ile kıyaslamak doğru olmaz.
Vetolu da olsa demokratik katılım mekanizmaları çalışan ve devrim taraftarlarını seferber edebilen İran da protestolarla devrim anlamında "bahar" gelmesi çok düşük ihtimal.
Muhafazakârlar-reformcular arasında iç mücadele olur; bu da kontrolden çıkarsa da terör ya da iç savaşa gider.
Bununla birlikte, rejimin, orta sınıfların "tedrici dönüşüm" ümidini ayakta tutacak girişimleri yapma kapasitesi ise mevcut.
Cumhurbaşkanı Ruhani ekonominin kontrolünü ele alarak alt sınıfları tatmin edecek gelir dağılımına yönelmek zorunda. Aksi takdirde bu tür protestolarla iktidarını kaybedebilir.
"ABD-İsrail emperyalizmine direniş" söylemi ile bu politikasını uzun süre meşrulaştıramaz.
Kaldı ki, ABD- İsrail- Suud- BAE hattının İran'a yönelik saldırıları yeni başladı.
Tahran'ı "sınırlandırılmanın" zorlu yılları bekliyor. İçeride gündelik yaşamı ve refah dağılımını öncelemez, dışarıda hırslarını azaltarak yeni işbirliklerine girmezse bu türbülans kalıcı olabilir.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Sabah’a veda etmenin bu kadar zor olacağını biliyordum (20.05.2024)
- Yeni gelişmeler normalleşmenin seyrini nasıl etkiler? (17.05.2024)
- Değişim ama nasıl? (14.05.2024)
- Yeni Anayasa tartışması neden kaçınılmaz? (11.05.2024)
- CHP ve İyi Parti rol mü değiştiriyor? (10.05.2024)
- Kılıçdaroğlu mirası, Özel’in zorluğu (07.05.2024)
- Siyasette ‘yumuşama dönemi’ ne getirir? (04.05.2024)
- Yeni bir siyasi süreç (03.05.2024)
- İYİ Parti, Dervişoğlu ve üçüncü yol kaldı mı? (30.04.2024)
- Özel ve Kılıçdaroğlu’nun ‘siyaset’ kapışması (27.04.2024)