15 Temmuz ve saldırı altında olma bilinci
Demokrasi tarihimizin en kritik dönemeci olan o geceye sahip çıkma konusunda büyük bir coşku yaşandı.
Bu coşkunun yanında siyaset kurumunun 15 Temmuz üzerinden sert bir tartışma içerisinde olduğunu da gördük.
Hepimizi birleştirecek ortak bir meşruiyete sahip olan bu direnişi tartışmalı kılmanın ilk göstergeleri aslında "Yenikapı Mutabakatına" kadar gitmekte.
Batı basınındaki "bu Erdoğan'a yarar" açıklamasının etkisi altındaki CHP kısa süre sonra OHAL uygulamalarını "kontrollü darbe, sivil darbe" şeklinde niteleme noktasına geldi.
OHAL'in "aksaklıkları" yerine tüm süreci sorunsallaştıran CHP, FETÖ ile mücadele "mağdurları" söylemi üzerinden "Erdoğan diktatörlüğü" suçlaması çıkardı.
16 Nisan referandum süreci ise her şey gibi 15 Temmuz'u siyasi kapışmanın merkezine yerleştirdi.
Ve en son da "Saray'ın 15 Temmuz'u" yaklaşımı "bilseydim Yenikapı'ya çağırmazdım" restini üretti.
AK Parti iktidarı ise CHP'yi FETÖ'nün yanında yer almakla eleştirmekte.
Vardığımız noktada, siyaset kurumunun 15 Temmuz üzerine bile ortak bir söylem üretememesinden üzgün olabiliriz.
Ya da bu duruma öfkelenebiliriz...
Ancak duygularımızın tesirinde kalarak ülkemizin realitesini gözden kaçırmayalım.
Siyasetin rekabetçi doğasının bizi bu noktaya getireceğini öngörenimiz çoğunluktaydı.
Yine hatırlayalım, 15 Temmuz'dan önce de muhalefet Erdoğan'ı "diktatör" diye eleştiriyordu.
Ve güya Türkiye Cumhuriyeti devleti AK Parti devletine dönmüştü.
Beklenmedik bir saldırı değil, aksine iç siyasi mücadeleye dış mahfillerin doğrudan ya da dolaylı müdahalelerinin birleşmesiyle oluşan bir saldırı anıydı.
Bu yüzden Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın işaret ettiği gibi "ülkemize yapılan ilk saldırı değildi, son da olmayacak." Ve yine bu yüzden ne kadar uğraşsak da Batı başkentlerine 15 Temmuz'u anlatmamız çok zor.
Hele darbecilerle mücadelede destek bulmamız nerdeyse mümkün değil.
Neden?
Türkiye'nin Erdoğan iktidarında güçlenmesini ve sorunlarını aşmasını istemiyorlar.
Diğer bir ifadeyle, Erdoğan'ın muktedir bir siyasetçi olarak Türkiye'nin kurumlarını yeni baştan inşa etmesini kabullenmiyorlar.
Ve 2019'da cumhurbaşkanlığı sistemine ülkeyi taşıyan lider olmasını arzu etmiyorlar.
Anlaşılan o ki bu arzularını da koruyacaklar.
Ancak Erdoğan ile bir şekilde çalışmaları gerektiğinin de farkındalar.
Avrupa'nın güvenliği için mülteci dalgasının ve terörizm tehlikesinin önündeki dalgakıran konumundaki Türkiye'ye ihtiyaçları var.
Ancak bu gerçeği teslim etmenin Erdoğan'a vereceği uluslararası meşruiyeti bildikleri için Türkiye'nin darbeyle mücadelesine gerekli desteği vermiyorlar.
Yani, ilk tepkileri olan "bu Erdoğan'a yarar" hükmünün gereğini yapıyorlar.
FETÖ gibi devlet kurumlarımızın sırlarını kendilerine taşıyan taşeronları kullanışlı konumda tutmayı seçiyorlar.
Bu tutumlarını da daha büyük somut çıkarlar sunulmadıkça terk etmeyecekler.
Devletlerin siyaseti samimiyete değil çıkarlara ve güç mücadelesine dayanır.
Türkiye "operasyon yapılabilir ülke" olmaktan çıkmadıkça yabancı istihbaratlar operasyon yapabilecek iç aktörleri elde tutmayı bırakmayacaktır.
Fazla söze hacet yok.
Erdoğan'ın şu cümleleri on beş yıllık bir tecrübenin farkındalığının bir tezahürü:
"15 Temmuz darbesi bize göstermiştir ki devlet olarak, millet olarak güçlü olmak zorundayız. Eğer güçlü değilsek bize bir tek gün bile yaşama hakkı vermeyecek o kadar çok düşman pusuda bekliyor ki isimlerini tek tek saymaya kalksak çok ciddi uluslararası krizle karşılaşırız."
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Sabah’a veda etmenin bu kadar zor olacağını biliyordum (20.05.2024)
- Yeni gelişmeler normalleşmenin seyrini nasıl etkiler? (17.05.2024)
- Değişim ama nasıl? (14.05.2024)
- Yeni Anayasa tartışması neden kaçınılmaz? (11.05.2024)
- CHP ve İyi Parti rol mü değiştiriyor? (10.05.2024)
- Kılıçdaroğlu mirası, Özel’in zorluğu (07.05.2024)
- Siyasette ‘yumuşama dönemi’ ne getirir? (04.05.2024)
- Yeni bir siyasi süreç (03.05.2024)
- İYİ Parti, Dervişoğlu ve üçüncü yol kaldı mı? (30.04.2024)
- Özel ve Kılıçdaroğlu’nun ‘siyaset’ kapışması (27.04.2024)