Erdoğan’ın Batı ile “hayal kırıklığı”?
Bu ifadeler Obama'nın Suriye'yi yıkıma götüren ve PKK- YPG- PYD'yi destekleyen "fiyasko" politikasını değerlendirmek için hatırı sayılır bir nezaket içeriyor.
Neticede Türkiye'nin "geleneksel müttefiki" ile yaşadığı krizin "güven bunalımı" boyutu derin olsa da Trump ile yeni bir sayfa açma arzusu ağır basıyor. Yine Erdoğan son dönemde Avrupa başkentlerinin PKK ve FETÖ'ye "kucak açmasını" daha sert bir dille sıklıkla eleştiriyor.
Bu yıl sonuna kadar vize serbestliği verilmezse geri kabul anlaşmasının bitmesinden ve AB ile müzakerelerin geleceğini milletin önüne getirmekten bahsediyor.
Bu pozisyonuna PakistanÖzbekistan gezisi dönüşünde Şanghay İşbirliği Örgütü'ne (ŞİÖ) üye olma seçeneğini de ekledi. Kanaatimce Erdoğan, ŞİÖ üyeliğini NATO'ya alternatif olarak görmüyor. AB ile gerilimin kalıcı olması durumunda jeopolitik bir açılım alanı olarak değerlendiriyor.
Yine de Erdoğan'ın Batı ile ilişkilerde neden eleştirel olduğuna daha yakından bakmak gerekli.
Erdoğan bu ikilemin ötesine gidebilen müstesna bir siyasetçi. Duygusal ifadeler kullansa da ilişkilerde rasyonel menfaatleri ve stratejik trendleri önemseyen bir tavır sergiledi.
Batı şüpheciliğinin en yüksek olduğu İslamimuhafazakâr kesimlerden gelen bir lider olarak AB ile bütünleşme fikrini kitlelere yaymayı başardı. 2005'te AB ile müzakereleri başlatırken "AB'ye ülkeyi böldürmek" gibi suçlamaları önemsemedi. Medeniyetler İttifakı'na katkı sağlarken de "ABD'nin taşeronu olmak" gibi ideolojik suçlamaları umursamadı.
Batı ile nitelikli bir ittifak içinde olma pozisyonunu yürütmek için çok çaba sarf etti. Ancak 14 yıldır Türkiye'nin kritik kararlarını veren bir siyasetçi olarak zaman içinde ABD ve AB liderlerinin bitmeyen ve tutulmayan vaatlerinden bıktı.
Özellikle son yıllarda Batı'nın Türkiye'nin istikrarına ve güvenliğine katkı sunmadığını hatta teröre destek verdiğini gördü. Dahası, 15 Temmuz darbe girişimi karşısındaki "demokrasi savunmasının" AB ve NATO üyeleri tarafından nasıl bir aymazlıkla karşılandığına yakından tanık oldu.
Avrupa'nın içe kapanan bir kaleye dönmemesi için Avrupalı siyasetçilerin Türkiye'nin önemini anlamalarını uzun süre bekledi. Arap isyanlarında, Suriye iç savaşında, mülteci akınında, yükselen aşırı sağ dalgasında, İslamofobi ve terör tehdidinde... Hem de Batı medyasında tonu gittikçe sertleşen Erdoğan karşıtı kampanyaya rağmen...
Eleştiri, tedip gayreti ya da birkaç övgü ile toparlanamaz. Menfaatler temelinde yeni ve yapısal bir yenilenmeyi gerektiriyor. Aksi takdirde ABD'deki Trump dalgası ve Avrupa merkez siyasetinde şiddeti artan aşırı sağcı depremle stratejik ortaklıklar ayrılıklara dönüşebilir.
Türkiye artık bekleme odasında olmanın kendisine faydalarının azaldığını, maliyetlerinin arttığını düşünüyor.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Sabah’a veda etmenin bu kadar zor olacağını biliyordum (20.05.2024)
- Yeni gelişmeler normalleşmenin seyrini nasıl etkiler? (17.05.2024)
- Değişim ama nasıl? (14.05.2024)
- Yeni Anayasa tartışması neden kaçınılmaz? (11.05.2024)
- CHP ve İyi Parti rol mü değiştiriyor? (10.05.2024)
- Kılıçdaroğlu mirası, Özel’in zorluğu (07.05.2024)
- Siyasette ‘yumuşama dönemi’ ne getirir? (04.05.2024)
- Yeni bir siyasi süreç (03.05.2024)
- İYİ Parti, Dervişoğlu ve üçüncü yol kaldı mı? (30.04.2024)
- Özel ve Kılıçdaroğlu’nun ‘siyaset’ kapışması (27.04.2024)