Fırat Kalkanı operasyonu ile Suriye'deki iç savaş yeni bir döneme girdi. Suriye masasındaki belli başlı güçlerden en sonuncusu olarak Türkiye sahaya fiilen müdahil oldu. Uzun süre, sınırındaki güvenlik tehditlerini savunma halinde karşılayan Ankara "güvenli bölge" fikrini hayata geçirmek için pro- aktif bir tutum sergiledi.
Azez- Cerablus- El Bab koordinatlarında 98 km uzunluğunda 48 km genişliğinde bir bölge için ÖSO güçleri el Bab'ın köylerini ele geçiriyor.
Nitekim BM Genel Kurulu'na katılmak üzere New York'a giden Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin Suriye'de artık "kendiplanı" olduğunu şu cümlelerle vurguladı: "Bize 'Daha fazla ilerlemeyin' diyorlar. İlerleyeceğiz. Nereye gitmemiz gerekiyorsagideceğiz. Buraları bize tehditunsuru olmaktan çıkarmamız gerekiyor."
Bu cümleler aslında Suriye'de nereyekadar gidilebileceği sorusuna da bir cevap. Türkiye'nin güvenlik önceliklerinin gerektirdiği yere ve ölçeğe kadar... Bu kararlılığı endişe ile karşılayarak "Pakistan gibi ABD tarafındanyarı yolda bırakılmaktan" bahsedenler mevcut. Kuşkusuz Suriye denkleminin ciddi riskleri bulunuyor, bunların yönetilmesi gerekir. Ancak Ankara'nın kendi terörle mücadele gündemi çerçevesinde aktif olması bu risklerin yönetilmesi için daha uygun bir konum.
Rusya ile uçak krizi ve ABD'nin PYD'yi Fırat'ın batısına geçirmeme sözünü tutmaması Ankara nezdinde pasif yaklaşım ihtimalinin bittiğini gösteren olaylardı. 3 milyonluk mülteci yükü ile Türkiye şimdilik "soğutulmuş" bir PYD ateş çemberine sıkıştırılacaktı. Gaziantep saldırısı da DAİŞ'in yapacaklarının sınırına geldiğini göstermişti. Sahanın pasif oyuncusu olarak terörle boğuşmak yerine ABD ve Rusya ile güç oyununu da içeren bir politikayı tercih etti.
Bu yeni politikanın iki kritik boyutu var: 1- Fırat Kalkanı'nın Suriye'deki süreci hızlandırdığını daha önce söylemiştim. Bu tespite Türkiye'nin DAİŞ'le mücadele kartını ele almasıyla sahadaki aktörlerin ilişkilerinin de gerilimli bir dönüşüme uğradığı gözlemini eklemeliyim. ABD ve Rusya'nın uzlaştığı ateşkese rağmen ABD uçaklarının Deyr ez-Zor'da Esed güçlerini bombalaması ile oluşan kriz, ÖSO gruplarından bazılarının ABD özel kuvvetlerine tepkisi ve YPG güçlerinin ABD bayrağı altına sığınması yeni duruma sadece birkaç örnek.
Daha fazlası da beklenmeli. DAİŞ'in geriletilmesinin her aşamasında bütün aktörler arasındaki ilişkiler zorlanacak ve yeni gerilimler ortaya çıkacak. İki örnek vereyim. DAİŞ dışındaki Selefi eğilimli unsurların tasfiyesi ya da ılımlı muhaliflere entegrasyonu süreci ABD, Rusya ve Türkiye arasında tansiyonlar üretebilir. Hizbullah ve diğer Şii milislerin durumu ABD, Rusya, İran ve İsrail arasında ciddi gerilim konusu olabilir. Ne yazık ki Suriye masasında Sünni Arapların nitelikli bir şekilde temsil edilmediği durumda barış olamayacağını gören tek aktör Türkiye. Bu da bizi Ankara'nın bugünlerdeki en önemli diplomatik gündemine getiriyor: ÖSO kontrolünde güvenli bölgenin kurulması. 2- Fırat Kalkanı'nın askeri boyutu tahminlerin ötesinde hızlı ve başarılı biçimde ilerliyor. Asıl zorluk ABD, Rusya ve AB'yi güvenli bölgeye ikna etmek için yapılacak diplomaside. Son G-20 zirvesindeki gibi New York'taki BM toplantısında da Erdoğan'ın ana gündemi liderleri DAİŞ'ten temizlediği güvenli bölgeye uluslararası statü kazandırmaya ikna etmek. Türkiye'nin başarılı DAİŞ mücadelesinin Washington'daki Türkiye algısını değiştirdiğini söylemek yanlış olmaz. Zira bu defa ordusu Suriye'de etkili olan Erdoğan ile görüşmeler yapıyorlar.
Yine önceliği DAİŞ olan güvenlik bürokrasisinin görüşlerinin Obama'yı olmasa da yeni başkanı etkileme ihtimali yüksek. Kanaatimce bir tür güvenli bölgenin uluslararası koruma altına alınması sağlanmadıkça ve Halep üzerinde uzlaşmaya varılmadıkça Suriye'de hiçbir barış toplantısı başarılı olamayacak.
Bakalım aktörler bu gerçeği ne zaman kabul etmeyi seçecek.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.