Salı günü St. Petersburg'taki Erdoğan- Putin görüşmesi uluslararası kamuoyunda canlı bir tartışma yarattı. Görüşmenin "Batı'ya sinyal" olduğundauzlaşan Avrupa medyası,Türkiye-Rusya yakınlaşmasını "kaygıverici," "sinir bozucu" ve "Avrupa'yaprovokasyon" olarak değerlendirmeyiseçti.
"Otoriter-popülist iki liderin", "Çar ve Sultan'ın uzlaşması" olarak sundu. Bu ifadelerinarkasındaki temelendişe ise söz konusuyakınlaşmanınAnkara'nın ittifaktercihlerini değiştirecekbir yöne gitmesiihtimali.
Zira Moskova ve Ankara sadece ikili ekonomik ve ticari ilişkileri tamir etmekle kalmıyor.
Aynı zamanda uluslararası dengelere etki edebilecek stratejik bir düzlemi de kurmaya çalışıyorlar.
Ortak enerji yatırımlarının (Akkuyu, Türk akımı vs.) yanı sıra Suriye dosyasında da özel bir işbirliği geliştirmeye gayret ediyorlar.
24 Kasım'da Rus jetinin düşürülmesinin ve 9 aylık gerginliğin sebebinin Suriye iç savaşı olduğu hatırlanırsa bu alandaki ihtilafları yönetme çabası çok değerli. Askeri-istihbari-diplomatik yetkililerinkatıldığı üçlü mekanizma Türkiye-Rusya arasındaki temel gerginliknoktasını kontrol altına almakla kalmayacak. İki ülkeye daha geniş bir işbirliğiyapabilme alanı yaratacak.
Yakınlaşma, Karadeniz, Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Doğu Akdeniz gibi kritik bölgelerdeki sorunlarda konu bazlı yeni değerlendirmelerin kapısını açabilir. Tıpkı Obama YönetimininOrtadoğu'daki klasik müttefiklerini yalnızbırakan politikasının bölgesel güçlerarasında yeni ittifak arayışları yaratmasıgibi.
Yine 15 Temmuz gecesi kötü sınav veren Batı başkentleri Putin'in Türkiye'deki Batı şüpheciliğini kullanmak istemesinden kaygılılar.
Bu kaygıyı daha ileri seviyeye taşıyan analizler de görmek mümkün.
Putin'in "Avrupa'yı Türkiye üzerinden çökertmek istediğini", hatta "NATO'yu çözme hayali" ile Ankara'yla yakınlaştığını düşünenler de mevcut.
Nitekim NATO'dan Türkiye'nin üyeliğinin "tartışma konusu olmadığı" açıklaması geldi. Erdoğan ve Putin'in güçlü liderliğive pragmatizmi ile sağlanan yakınlaşmanınTürkiye'yi Batı karşıtı,Avrasyacı bir eksene taşıması ihtimalibulunmuyor.
Ankara ittifak ya da eksen değiştirmenin peşinde değil.
Ancak bu yakınlaşmanın Türkiye'nin Batı ittifakları içindeki yerinin ve müttefiklik ilişkisinin mahiyetini etkileyebilecek bir gelişme olduğu da gözden kaçmamalı.
Zira Türkiye, ABD'nin ve AB'nin Suriye iç savaşının olumsuz etkileri konusunda Ankara'ya yardımcı olmamasından, hatta yeni sorunlar yaratmasından ziyadesiyle rahatsız.
PKK-PYD'ye verilen destek, Suriyeli göçmenlerin yükü ve son üç yıldır devam eden Türkiye karşıtı uluslararası kampanya bunlardan bazıları.
En son bunlara 15 Temmuz'da gösterilen aymazlık ve FETÖ konusu da eklendi. Türkiye'nin AB, NATO ve ABD ileilişkilerindeki sorunları gidermek için"eksen kayması" alarm zillerini yenidençalmanın faydası yok.
Ya da Türkiye'nin "güçlü müttefik ülke" olduğunu tekrarlamanın da katkısı bulunmuyor. Yapılması gereken öncelikleTürkiye'nin güvenlik tehdidi algılarınave hayati önceliklerine saygı duyulması. Türkiye ile Batı arasındaki eskimişmüttefiklik ilişkisinin yeniden tanımlanmasıgerekiyor.
Hem AB hem ABD nezdinde.
15 Temmuz bunun için iyi bir fırsattı.
Yeni bir başlangıç için Batı demokrasilerine "yakışacak bir moral destek" verilebilirdi. Düşünün, Putin'in 15 Temmuz gecesiverdiği güçlü desteği Avrupalı liderlerverseydi ve Ankara'ya peş peşe ziyaretlerdebulunsalardı bugün Türkiye-Rusya "ikinci baharı" yerine "Türkiye-AB baharını" konuşuyor olurduk.
AB ve ABD Türkiye politikasını gözden geçirmeli.
İlki Suriyeli göçmen akını endişesiyle, ikincisi de DAEŞ karşısında PYD takıntısı ile "müttefiklik" ilişkisini zehirlemekte.
Batı başkentlerinin asıl Türkiye gündemi bunlara odaklanmalı.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.