“Eleştiri” mi, “basın özgürlüğü” sopası mı?
Önce Türkiye ile ilişkilerin, işbirliğinin eski temellerine vurgu yaptılar, sonra demokrasi konusunda "eleştirilerde" bulundular. Elbette Türkiye'nin Batı'nın PKK'ya verdiği desteğin "müttefiklikle açıklanamaz bir durum" olduğu eleştirisini görmezden gelerek. Nükleer Güvenlik Zirvesi sırasında Obama, Erdoğan ile baş başa görüşmesinde gündeme getirmediği "basın özgürlüğü" konusunu soru üzerine açtı ve "basına karşı benimsedikleri yaklaşımın, Türkiye'yi çok rahatsız edici bir yola sürükleyebileceğine inanıyorum" cümlelerini kullandı. Schulz da Erdoğan aleyhindeki videoya verilen tepkiyle ilgili olarak "başka bir ülkenin liderinin, karikatürize edildi diye, bizim demokrasimizdeki haklarımızı kısıtlama hakkı yoktur... Eleştiri demokrasi kültürünün temellerinden biridir" deyiverdi. Ve Türkiye'nin yönetiminde kendince "bir ayrılığa" işaret ederek şu cümleleri ekledi: "Biz Erdoğan ile bir anlaşma yapmadık, biz Türkiye Cumhuriyeti ile anlaştık. Biz Davutoğlu'nun başbakanlığındaki Türk hükümeti ile anlaştık. Oldukça ciddi bir ortak." Batı'da Türkiye'ye yönelik bu demokrasi "eleştirisinin" dört boyutu var. İlki, Türkiye ile müzakere ettikleri terörle mücadele ve mülteciler gibi konularda daha fazla ödün koparabilmek için baskı uygulamak. ABD için bu DAİŞ ile mücadelede Türkiye'den destek alırken PKK-PYD ayrımını yapmamakta ısrar etmek. AB için de PKK'lıların Avrupa'daki faaliyetlerine göz yumarken mülteciler gibi kriz konusunu Türkiye'nin AB üyeliğine ilişkin olarak kullanmasını engellemek. Bu yönüyle Erdoğan'ın "reel menfaatler ve müttefik olmayla" ilgili Batı'ya yaptığı eleştirileri etkisizleştirme çabası. Zira Erdoğan terörle mücadelede Batılı liderleri "samimiyete" çağırdıkça Batı medyasındaki "otoriterleşme" suçlaması daha bir sertleşiyor.
İkincisi, "Erdoğan karşıtlığına" odaklanan iç muhalefeti besleyen dokunuşlarda bulunmak. Böylece iç ve dış çevrelerin birbirini teşvik ettiği bu "hakaret" dalgası yeni öfke patlamaları ve aşırı versiyonlarıyla gündemi dolduruyor. İçte dış politika ve güvenlik gibi reel menfaat alanlarında bile konsensüs oluşamıyor. Üçüncüsü, Batı medyası ve liderleri "Erdoğan'a vurmanın dayanılmaz cazibesi" ile Türkiye kamuoyunun geniş kesimlerindeki "ülke bütünlüğü ve terör" konularındaki haklı kaygıları büyüttüklerini fark etmiyorlar. Ve tabii Türkiye toplumunda derinlere işleyen "Batı karşıtlığını" nasıl beslediklerini! Erdoğan aleyhtarı kampanyanın son boyutu ise AK Parti siyaseti ile ilgili.
Erdoğan ve Davutoğlu arasında ayrım yaparak vizyon farklılaşması yaratılmaya çalışılıyor. Böylece hem AK Parti'nin iç tartışması büyütülmek isteniyor hem de Erdoğan karşıtlığının parti tabanına sızması hedefleniyor. Batı'daki Erdoğan eleştirilerinin, hadi bir an, NATO İttifakı sebebiyle ve "Türkiye'nin demokratik kalması" için yapıldığını düşünelim. Bugün Türkiye'nin ihtiyacı olan şey kutuplaşma ve içe kapanmayı getirecek bir aleyhtar kampanya değil. Irak ve Suriye'deki kaosun olumsuzluklarıyla uğraşan tek demokrasi olarak Türkiye, Batı'dan somut ve samimi işbirliği talep ediyor.
Bunu anlamak için sadece DAİŞ saldırılarının bile ABD ve Avrupa demokrasilerini nasıl esir aldığını hatırlamak yeterli.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Sabah’a veda etmenin bu kadar zor olacağını biliyordum (20.05.2024)
- Yeni gelişmeler normalleşmenin seyrini nasıl etkiler? (17.05.2024)
- Değişim ama nasıl? (14.05.2024)
- Yeni Anayasa tartışması neden kaçınılmaz? (11.05.2024)
- CHP ve İyi Parti rol mü değiştiriyor? (10.05.2024)
- Kılıçdaroğlu mirası, Özel’in zorluğu (07.05.2024)
- Siyasette ‘yumuşama dönemi’ ne getirir? (04.05.2024)
- Yeni bir siyasi süreç (03.05.2024)
- İYİ Parti, Dervişoğlu ve üçüncü yol kaldı mı? (30.04.2024)
- Özel ve Kılıçdaroğlu’nun ‘siyaset’ kapışması (27.04.2024)