Son beş ayda Ankara, üçüncü defa terör saldırısının hedefi oldu. 37 insanımızı kaybettik; hepimizin başı sağ olsun. Ankara'daki üç saldırının (Sıhhiye, Kızılay-Merasim sokak ve Kızılay- Güven Park) ortak noktası da sivilleri hedef alan canlı bombalar. Amacı da gündelik yaşamı ölüm korkusuyla esir almak. Terörün, iş çıkışı, bir meydanda, bir otobüs durağında hatta bir metroda ya da alışveriş merkezinde sizi bulabileceği hissini yüreklere yerleştirmek.
Kızılay saldırılarını gerçekleştirenleri ise tespit etmek hiç de zor değil: PKK ya da bağlantılı organizasyonlar. PKK'lı teröristler Sur'da, Cizre'de, İdil'de kaybettiği "şehir savaşının" hıncını almak için saldırıyorlar. Gelen baharı ülkeye zehir etmek için katliam yapıyorlar. Kuzey Suriye'deki "Rojova devrimini" Güneydoğu'nun ilçelerine taşıyamamanın öfkesiyle bomba yüklü araçları patlatıyorlar.
***
Öfkenin temelinde aslında basit bir denklem var: ABD -Rusya -İran hattından aldıkları açık ve büyük desteğe rağmen Türkiye devletine diz çöktüremedikleri için bir daha, yeniden ve yeniden saldırıyorlar. Kürt milliyetçiliğinin tarihindeki en büyük fırsatı yakaladıkları zannıyla "kesin inançlı" "seküler fedailerini" birer birer canlı bombalara çeviriyorlar. Daha önemlisi, Kürt halkını "isyanlarına" dahil edemedikleri için daha da şiddet yüklüler. Güvenlik görevlisi ya da sivil, Türk ya da Kürt ayırt etmeden öldürüyorlar.
PKK'nın her saldırıda gittikçe daha fazla sivilleri katliamının merkezine oturtmasının amacı kuşkusuz halk arasında yılgınlık yaratmak. Ve böylece kamuoyunu "katliamların sorumlusu Hükümet" noktasına getirmek. Ülkede yaşanan sorunları "istikrarsızlığın ve savaşın müsebbibi" olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'a bağlamak. Yine içte ve dışta pazarlanan müzmin "otoriterleşme tezi" sayesinde de sivil muhalif direnişlerin örgütlenmesiyle "iç savaş" hali yaratacak olaylara zemin teşkil etmek. Akabinde Hükümetin daha fazla güvenlik önlemi almasını da "otoriterleşmenin" yeni adımları olarak sunmak.
Bunun için 2016'nın Türkiye'de istikrarsızlık, çatışma ve kalkışma dönemi olması isteniyor. 1 Kasım seçimlerinin getirdiği siyasi istikrarı kırılgan hale getirmek ve PKK ile masaya oturmaya mecbur etmek amacıyla. Türkiye karşıtı dış çevreler de böylece Suriye masasında Türkiye'nin elini zayıflatmaya çalışıyor.
***
Böylesi bir gidişata karşı MHP daha uyanık dururken, ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu'nun basiretli davrandığını söyleyemeyiz. Daha birkaç gün önce şu cümleleri bir çırpıda sarf etti: "
Adım adım Türkiye bir dikta yönetimine doğru gidiyor. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidardan gitmemek için siyasi cinayetler dahil, her şeyi yapabilecek pozisyonda şu anda."
Bu cümleler sağduyulu uyarılar değil. Aksine AK Parti muhaliflerinin yaşadığı "
çaresizlik ve ümitsizlik" hissini öfkeyle dolduran sert sözler bunlar.
***
Bir konuda CHP'yi uyarmak gerekli. Son dönemde yaşanan terör saldırılarından duyulan üzüntünün Hükümete karşı bir muhalif blok oluşturmak için kullanılmasına taraftar olmak CHP tabanını da parçalayacak bir siyaset olur.
CHP tabanı Türkiye'nin birliğini ve bütünlüğünü AK Parti eleştirisine öncelemekte.
"
Savaşı siz başlattınız" söylemi gündelik yaşamı vuran bu hınç dolu terör dalgasının üstünü örtemez. Zira PKK terörü sivilleri hedef alan bir katliam zincirine dönüştürerek yeni bir fay hattı yarattı: terörü doğrudan lanetleyenler ya da "
sizin yüzünüzden suçlamasına" sığınanlar.
Bu yüzden HDP'liler de her geçen gün siyaset yapma meşruiyetlerini kaybediyorlar. Ve Türkiye toplumunun geniş kitlelerinde terörün bu denli cüretkâr olmasına karşı büyüyen bir öfke var. Bu öfkenin "
teröre destek verilmesi" algısına da tahammülü yok aslında. CHP, AK Parti'ye muhalefet yaparken kendisine bu algının bulaşmasından korunmak zorunda. Çünkü bu defa tehlike iktidarın suçlamalarından gelmiyor; halkın vicdanından ve derin tepkisinden geliyor.