Suriye masasından bizi kim tasfiye eder?
Güneydoğu'da "devletin halka katliam" yaptığını savunan önceki akademisyen bildirgesine benzer şekilde. Son bildiride Türkiye'nin Azez'deki YPG mevzilerini bombalaması güneydoğunun ilçelerinde yapılan terörle mücadele ile eşdeğer görülerek eleştirilmiş.
Demokratik bir sistemde savaş karşıtı bir söylemin gündeme gelmesi normaldir. Ancak devletin güvenlik ve terörle mücadelesi seçeneklerini Hükümetin ülkeyi savaşa sokmak için kendi kurduğu "kapan" olarak görmek daha ileri bir nokta. Muhalif olduğu kadar ideolojik ve çıkış önermeyen bir tutum.
Bu tutum, "Esed ile anlaşın", "PKK ile müzakere edin" kolaycılığının Türkiye için Suriye krizinin ürettiği sorunlardan kolayca bir çıkış olacağı iyimserliğinin zaafıyla malul. Suriye'deki sıkışmışlık teslimiyetle aşılamaz. PKK -PYD tehdidini AK Parti'nin iktidar hırsına bağlamak Türkiye'nin uzun vadeli güvenlik çıkarlarını yok sayma konumu üretmemeli. Bu konuma düşülmesinin sebebi Suriye iç savaşının Türkiye devletinin önüne çıkardığı temel varoluşsal sorunlar ile Hükümetin politika tercihlerinin değerlendirilmesinin birbirine karıştırılması. AK Parti iktidarından kurtulma isteği muhaliflerin gözlerini kamaştırıyor. Bu da rasyonel politika seçeneklerinin tartışılmasını engelliyor. Değişen pozisyonların farkına varılmıyor ve makul sözler ihanet söylemi ile bastırılıyor.
İsterseniz bir örnek de CHP'den vereyim. Daha önce defalarca Kuzey Suriye'de tampon bölge kurulmasına "aynı şey bizim ülkemizde olsa kabul eder miyiz" diyerek karşı çıkan CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu bugün 10 km'lik bir tampon bölgeye sıcak bakar hale gelmiş. Ancak Deniz Baykal'ın Halep'in düşmesinin Türkiye'ye ne kadar zarar vereceğine işaret etmesi ve YPG'nin vurulmasını onaylaması partisinden sert tepki aldı. Halbuki Baykal'ın yaptığı AK Parti Hükümeti'ni eleştirmekle devletin kalıcı menfaatlerini savunma arasındaki farka vurguydu. İşte Hükümetin Ortadoğu- Suriye politikasını eleştirenlerin sıklıkla düştüğü bir hata var. Nasıl yönetildiği bir yana Suriye krizinin Türkiye'ye oluşturduğu tehlikeler (mülteci krizi, PKK- PYD oluşumu, terör saldırıları vs.) ülkedeki herkesin sorunudur.
Bu sorunların yönetilmesinde maceracı politika yürüttüğü söylenen Türkiye mevcut denklemdeki aktörlerin en az sert güç kullananıdır. Hem de Suriye'den gelen en fazla mülteciye, yabancı savaşçıya ve terör saldırısına muhatap olmasına rağmen.
Sözgelimi Türkiye'nin tutumu Suriye'de generallerini kaybeden İran ya da Rusya ile kıyaslanamaz bile. Rusya- Esed- İran ittifakına yaptığı sert eleştirilere rağmen Türkiye, Suriye'de savaşa girmemek için azami gayret gösteren bir aktör.
Kuzey Suriye'de DAİŞ ve PKK- PYD'nin yayılması görüldüğü halde 2014 ya da 2015'te tek başına mültecileri yerleştirme amaçlı "güvenli bölge" kurmak için bile ordusunu Suriye topraklarına sokmadı. Bırakın herhangi bir yayılmacı emel için savaşa girmeyi. Evet bugün için Türkiye'nin Suriye politikası ciddi bir sıkışmışlık içinde. Ancak ağırlıklı sebebi ABD, Rusya ve İran gibi ülkelerin sert güce dayalı Suriye politikaları. Ve Türkiye'de 2013 Mayıs'ından itibaren yaşanan siyasi türbülansın kara deliği de Suriye'den yayılan kaos. Geriye doğru bakıp kendi yaptıklarımızı ideolojinin çarpık aynasında okuyarak haksızlık etmeyelim. Önümüzdeki aylarda Suriye savaşının etkileri daha da yoğunlaşacak.
Demokratik bir toplum olmanın fırsatlarını iç savrulmalarla heba etmeyelim. Sonu, iç kapışmalarımız yüzünden Suriye masasından tasfiye edilmek olabilir.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Sabah’a veda etmenin bu kadar zor olacağını biliyordum (20.05.2024)
- Yeni gelişmeler normalleşmenin seyrini nasıl etkiler? (17.05.2024)
- Değişim ama nasıl? (14.05.2024)
- Yeni Anayasa tartışması neden kaçınılmaz? (11.05.2024)
- CHP ve İyi Parti rol mü değiştiriyor? (10.05.2024)
- Kılıçdaroğlu mirası, Özel’in zorluğu (07.05.2024)
- Siyasette ‘yumuşama dönemi’ ne getirir? (04.05.2024)
- Yeni bir siyasi süreç (03.05.2024)
- İYİ Parti, Dervişoğlu ve üçüncü yol kaldı mı? (30.04.2024)
- Özel ve Kılıçdaroğlu’nun ‘siyaset’ kapışması (27.04.2024)