Terörle mücadelede gözden kaçan
Tam bir yıl sonra Sultanahmet yine DAİŞ mahreçli bir canlı bomba saldırısına muhatap oldu. Dikilitaş yakınında Alman turistleri hedef alan saldırı Nabil Fadli adında Suudi Arabistan doğumlu bir Suriyeli sığınmacıdan geldi. Elbette rastgele bir saldırı değil.
Artık çok iyi biliyoruz ki DAİŞ Türkiye'deki saldırılarını bilinçli seçilmiş eylemlerle gerçekleştiriyor. Diyarbakır, Suruç ve Ankara saldırıları PKK- HDP tabanını hedef almıştı. PKK terörüne "duygusal" malzeme hazırlayacak eylemlerdi. Yine Caferilerin camisine yönelik eylem hazırlığında olan bombacılar yakalandı. Irak'ta yaptığı mezhepsel provokasyona benzer gibi şekilde Sünni- Alevi gerginliğini ateşlemek istedi. Son saldırı ise dört boyutlu bir düzleme sahip.
a- Türkiye'nin "güvenli olmadığı" hissini üreterek turizmini, ekonomisini baltalamak.
b- Turistlerin milliyeti üzerinden Almanya ile ilişkileri sıkıntıya sokmak.
c- Suriyeli sığınmacıları muhtemel "terör kaynağı" olarak iç kamuoyunda zihinlere kazımak.
d- Türkiye'nin desteklediği Suriyeli muhaliflerin Cerablus- Azez hattındaki son başarılarına tepki göstermek.
Söz konusu çok yönlü hedeflerini gerçekleştirmede DAİŞ kritik bir avantaja sahip. Endonezya'dan Tunus'a, Rusya'dan ABD'ye kadar geniş bir insan sermayesine hükmediyor. Sadece Rusya vatandaşı olan DAİŞ militanının 4 bin civarında olduğu söyleniyor. Tam da "çok-uluslu bir terörist güce" sahip olması DAİŞ'i birçok aktör için kullanışlı hale getiriyor.
DAİŞ'i kullanmada istihbarat örgütleri ilk sıralarda gelir. Başbakan Davutoğlu bu nedenle, DAİŞ'in "taşeron" bir örgüt olduğunu ve arkasında birçok "gerçek aktör" olduğunu söyledi. Davutoğlu net şekilde "gerçek aktörlerin" adresini de işaret etti. Rusya'nın muhalifleri bombalamasının DAİŞ'e yaradığını söyledi. Ve muhaliflerin ilerleme göstermesi üzerine Esed rejiminin Şam'ın güneyindeki bazı DAİŞ unsurlarını otobüslerle Suriye'nin kuzeyine taşıdığını açıkladı. Peki terörün bilinçli gündemine karşılık terörle mücadele ne durumda?
Aynı şeyi söyleyemeyeceğim için üzgünüm. İç kamuoyumuz terörle mücadelede parçalı, kırılgan ve karmaşık bir yapıya sahip. Terörün nasıl karşılanacağına dair bir akıl tutulması yaşanıyor. Bu akıl tutulması devleti "halklara karşı katliam" yapmakla suçlayan akademisyenlerden iktidarın "DAİŞ'i desteklediğini" hâlâ iddia edebilen köşe yazarlarına kadar uzanıyor.
Birçok sebep sayabiliriz. Öncelikle birkaç yıldır süren siyasi -ideolojik türbülansın yaralarını henüz saramamış olmamız. Yeni anayasa ve başkanlık sistemi tartışması etrafında yeni bir dönüşüm gündemimizde. Bunlara ateşi bir türlü sönmeyen Suriye iç savaşını ve PKK'nın "özyönetim" terörü ile mücadeleyi ekleyebiliriz. Ancak yine de terörü karşılamada açık şekilde rahatsız edici bir durumdayız.
1 Kasım seçimlerinin açık sonuçlarına rağmen Türkiye'nin geleceği üzerindeki mücadele gittikçe demokratik olgunluk çerçevesinin dışına taşıyor. Türkiye'nin ortak menfaatlerini tanımlamada muhalefet sıklıkla ideolojik şerhler koyuyor. Başta Suriye olmak üzere dış politika konularında eleştirinin rasyonalitesi ve makuliyeti kayboluyor. Dahası, Rusya, İran ya da Esed yönetimi gibi rakip ülkelerin politikalarını onaylayan bir dil radikal şekilde meşrulaştırılıyor.
Olması gereken demokrasilerin yapıcı muhalefet kültürüne sahip olmak. Terörün bize dayattığı gündemi fark ederek akıl tutulmasından sıyrılmak.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Sabah’a veda etmenin bu kadar zor olacağını biliyordum (20.05.2024)
- Yeni gelişmeler normalleşmenin seyrini nasıl etkiler? (17.05.2024)
- Değişim ama nasıl? (14.05.2024)
- Yeni Anayasa tartışması neden kaçınılmaz? (11.05.2024)
- CHP ve İyi Parti rol mü değiştiriyor? (10.05.2024)
- Kılıçdaroğlu mirası, Özel’in zorluğu (07.05.2024)
- Siyasette ‘yumuşama dönemi’ ne getirir? (04.05.2024)
- Yeni bir siyasi süreç (03.05.2024)
- İYİ Parti, Dervişoğlu ve üçüncü yol kaldı mı? (30.04.2024)
- Özel ve Kılıçdaroğlu’nun ‘siyaset’ kapışması (27.04.2024)