"BÜYÜMEZSEN küçülürsün" diyordu rahmetli Mahir Kaynak. Sadece ekonomik değil sınırlar anlamında da demek istiyordu.
1898'de ABD ve İspanya Asya'da büyük bir savaşa girdi. İç savaştan yeni çıkan ABD için İspanyol hakimiyetindeki Filipinler, ticaret yollarını kontrol etmek açısından çok önemliydi. İspanyollar savaşta yenildi, kazanan ABD oldu. Ancak İspanya'ya karşı direniş hareketlerine giren yerel halk Amerikalılara karşı da isyan bayrağı açtı.
Üstelik direniş grupları içinde güçlü bir Müslüman nüfus da vardı. ABD, Osmanlı İmparatorluğu'na başvurup yardım istedi.
Sultan Abdülhamid Han, Filipinli Müslümanlara Halife olarak haber gönderdi. "Müslüman kanı dökülmesin." dedi ve direnişin durdurulmasını buna karşılık da Müslümanlara özgürce ibadet ve pek çok konuda haklar tanınmasını sağladı.
Osmanlı Asya'da dünyanın bir ucundaki ülkede bile kendi toprakları olmasa dahi Müslümanlara sahip çıkıyor, öldürülmelerini, katledilmelerini engelliyordu.
İç savaştan çıkmış yorgun ABD bile 1800'lü yıllarda dahi taa Filipinlere dalıp, İspanyollarla kapışacak kadar gözünü karartıyordu.
O ABD'de kimse "Ne işimiz var Filipinler'de" demiyordu. Amerika daha 1804 yılında bile Osmanlı eyaleti olan Trablusgrap'a dahi ticaret yolları üstünlüğü adına donanma gönderiyordu. Başkan Jefferson'un Libya'nın sahil şehri Trablus limanına yolladığı savaş gemilerinden Philadelphia bir kayaya çarpınca iki yüz Amerikan askeri Osmanlı tarafından esir alınıyordu. ABD 200 esiri kurtarabilmek için Osmanlı eyaletine 60 bin frank ödüyordu. 1804 yılında bile Amerika'da kimse "Ne işimiz var Libya'da?" demiyordu.
Çünkü dünyada "GÜÇ" olmanın yolu en uzaklara kadar gidebilmekten geçiyordu. Adamlar yeni bir ülke olmalarına rağmen "Süper Güç" olmanın tohumlarını ekmeye 200 yılı aşkın süreden önce böyle başlıyor, Osmanlı gibi bir imparatorluk kurmak istiyordu. Çünkü o dönemde örnek alınacak yegane ülke Osmanlı'ydı.
Yeryüzünde her yerdeydi.
Fatih Sultan Mehmet Han ile başlayan çağ açıp çağ kapamanın muazzam gücüyle 600 yıl dünyaya hükmeden bir imparatorluk örneği vardı ortada.
Tarihin en büyük komutanlarından biri olarak gösterilen Napolyon bile Osmanlı topraklarına gelip topçu eğitim verme arzusuyla yanan bir subaydı. Ancak ülkesi ona izin vermeyince hayali olan Osmanlı ordusuna hizmete gelemedi. Eğer o izni alabilmiş olsaydı dünyanın tarihi değişecekti.
İngilizlere savaşta yenilince Afrika'da Saint Helena adasında sürgüne gönderildi. Orada kendisine "Kimler tarihe geçecek büyük adamdır?" diye soruldu. Fatih Sultan Mehmed Han'ı söyleyip "Büyüklükte onun çırağı bile olamam. Nedeni basit ve acı. Ben kılıçla fethettiğim yerleri, hayatta iken geri vermiş bir bedbahtım.
Fatih ise, fethettiği yerleri nesilden nesile intikal ettirmenin sırrına ermiş bahtiyar bir kumandandır" diyordu. Sürgün yediği o Saint Helena adası daha sonra Afrika'nın en küçük ülkelerinden biri oldu. Bugün haritada kaç kişi yerini gösterebilir?
Napolyon'un fethettiği Mısır'da ele geçirdiği İslam eserlerinden bugünkü Fransız Medeniyeti'nin ilk kıvılcımlarını yaktığını kaç kişi konuşup anlatıyor ülkemizde. Bir diğer Afrika'nın ada ülkesi Mauritius'tan bile çok sayıda Müslüman 1.
Dünya Savaşı'nda Osmanlı kaybetmesin diye ağırlığınca altın yardımı geldi. Osmanlı şehitlerine, gazilerine, dullara ve yetimlere küçücük adadan tonlarca para yardımı yağdı. Hicaz demiryoluna dahi katkıda bulundular, İstanbul'a bağlılıklarını ilettiler, Osmanlı oraya gitmemiş olmasına rağmen.
Bir tarihçimiz, Fransa'nın en ünlü "Osmanlı'nın Afrika'daki etkinliği" konusunda uzmanı olan profesöründen ders almaya gitmiş Paris'e. O Fransız Profesör şaşkın gözlerle bizim tarihçiye "600 yıl üç kıtaya hükmetmiş bir imparatorluğun torunları, Osmanlı Afrika'da nasıl etkindi konusunda bir uzman bile yetiştiremedi. Gelip benden öğreniyorlar.
İlginç" demiş. Bunu anlatıyordu katıldığı programda tarihçimiz.
Osmanlı'yı övenin, ecdadını sevenlerin dışlandığı bir eğitim sistemiyle yoğrulan bir nesil daha yeni yeni uzmanlarını yetiştiriyor.
Veya bilenler de daha yeni konuşmaya veya konuşturulmaya başlandı.
20 yıl öncesine kadar ecdada "Hain" damgası vuranlar el üzerinde tutuluyordu bu topraklarda.
Şimdi bu yetiştirilmiş elemanlar "Ne işimiz var Türkiye dışında" diye papağan gibi öttürülüyor ekranlarda. Çok sevdikleri ve aşık oldukları Batı, dünyanın her yerine dalıp hallaç pamuğu gibi atmış, milyonları katletmiş...
ABD bile 1800'lü yılların başında Filipinlerden girmiş, Osmanlı topraklarına eyaletimiz Libya'ya kadar donanma göndermiş, esir vermiş. Bizim aklı evveller "Yahu manyak gibi hayranı olduğumuz bu ülkelerin yüzlerce yıldır ne işi var oralarda?" diye hiç sormazlar, konuşmazlar.
Onlara rağmen Türkiye son 20 yılda muazzam yol aldı ve sınırları aştı.
Şimdi sömürgeci katillerin girmekte zorlandığı veya kovulduğu o ülkelerde halklarla ve yönetimlerle kucaklaşıyor. Ecdadının kurduğu gönül köprülerinde "Kazan kazan" şarkıları söyleyerek hem de. E tabii bu sömürgecileri rahatsız edecek. Tabii ki sınırımızın dibinde "Teröristan" inşa ederek bize duvar örmeye çalışacaklar!