Taksim Camii beni Ayasofya'nın ibadete açılmasından daha çok heyecanlandırdı.
Popülist
hamasetin dibini bulmuş online zekâlı Twitter kuşağının algı yeteneğini
zorlamamak için heyecanımın "pratik
ihtiyaç" orijinli olduğunu hemen belirteyim. Yani mimari, estetik, sembolik, semiyotik bakımından herhangi bir kıyas yapıyor değilim.
Kaldı ki heyecandan sual olunmaz; herkesin heyecanı kendine...
Üniversite yıllarında bir müddet
Beyoğlu'nda kaldım. Arka sokaklarına kadar her yerini bilirim, hele ki sinema salonlarını.
Emek Sineması "full dolu" olduğunda
Hikmet Abi'nin (toprağı bol olsun) odasından getirdiği koltukta da film izledim,
Sinepop'ta makine dairesinden de!
Demem o ki sonradan festivale dönüştürülen
Sinema Günleri'nde sinemadan sinemaya koştururken görmek istediğim her film için bir şekilde yer bulurdum. Lakin cuma namazı için
Ağa Camii'nde yer bulmak mümkün değildi. Özellikle de ramazan ayında.
Hülasa, Taksim Camii, Taksim Meydanı'na kazandırdığı estetik değerin yanı sıra söz konusu "pratik ihtiyacı" da karşılamış olacak.
Gelgelelim, esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adının bolca zikredildiği camiler rövanş yerleri değildir. Haliyle, Taksim Camii,
Gezi'nin veya başka bir şeyin rövanşı değildir.
Fakat yıllar yılı Taksim'e / Beyoğlu'na "kurtarılmış mahalle" muamelesi yapanların böyle hissetmelerinde mazur yok. Hayır yani, neyden kurtarılmış, İslam'dan mı? Kim kurtarmış; "Zulüm 1453'te başladı" diyenler mi?
***
Sayın Kılıçdaroğlu da Taksim Camii'nin açılış törenine katılsaydı keşke.
Bu vesileyle, başta
Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere
emeği geçen herkese teşekkür ederek kutuplaşmaya
gerçekten karşı olduğuna dair güzel
bir örnek sunardı.
Geçen gün partisinin grup toplantısında,
"Yeni bir siyasete, fırsatlara, Allah'a bir seferdir bizim seferimiz... Siz de hazır mısınız bu sefere?.." ifadesiyle ihsas ettiği cumhurbaşkanı adaylığına, sözleriyle de müsemma bir anlam kazandırırdı.
Adamı
Engin Özkoç'un İsmail'in programındaki PR çalışması da hepten komik kaçmazdı.
Kılıçdaroğlu'nu adeta kanatsız melek ilan etmişti ya onu diyorum.
Bilmeyen de dövene elsiz, sövene dilsiz sanır. "Angus sığırı, akbaba, kalpazan, haramzade..." diye hakaret eden, kimi zaman da
"Ana a ana a..." şeklinde düpedüz küfreden, sandıktan çıkan iradeye karşı "taşlı sopalı direnme hakkından" bahseden değilmiş gibi.
***
Kemal Bey her şeye rağmen
İmamoğlu ve
Mansur Yavaş'tan da daha çok yakışır
cumhurbaşkanı adaylığına.
Lakin inandırıcı olmak adına özgürlük ve hoşgörü konusunda bir şeyler yapması lazım.
En azından düşüncelerinden dolayı partisinden ihraç cezalarını ve bir televizyon kanalına çıkma yasağını unutturacak radikal adımlar atmalı.
Mesela,
"Kafasını Kaybeden Adam" kitabını okurken fotoğraf çektirip, "Kafamı
buldum, yola çıktım geliyorum" diye espri
yapabilir. Hazır espri yapmışken bir yandan
gülerken bir yandan da kafasını koltuğunun
altına alıp poz verebilir. (Engin Özkoç hemen
paniklemesin, mecazi anlamada.)
Tabii imaj çok önemli.
Ne ki çiftçilik ve mutfak işleri imaj için yetmez.
İmamoğlu tenis oynayarak el yükselttiğine göre Kemal Bey çıtayı çok yükseğe koyarak Z kuşağının aklını hepten almalı.
Bunun için
Artistik Buz Pateni bence en iyisi. Yalnız bıyıkla olmaz. Olur da ben tahayyül edemedim.