Her Müslüman'ın iki temel görevi vardır. Birincisi şudur: Her Müslüman dinini en doğru kaynaktan öğrenecek ve öğrendiği bu dini en temiz ve en duru şekilde hayata tatbik edecek. Yani inandığını yaşayacak. Zira inandığını yaşayamazsa, bir müddet sonra yaşadığına inanmaya başlayacak.
Müslüman'ın ikinci görevi ise inandığını etrafa yaymaya, yani tebliğ etmeye gayret etmesidir. Sadece kendi nefsiyle yetinen, dinini elinden geldiği kadarınca yaşamaya çabalayan Müslüman, görevini yerine getirmiş olmaz. Dini tebliğ ise sadece belli bir meslek erbabının işi değildir. Bu din sadece din adamlarının, hoca veya ilahiyatçıların dini değildir. İnanan her müminin dinidir. O halde her müminin; dini anlatması, yayması, tebliğ etmesi, teşvik etmesi asli görevidir. Bu dini bir sorumluluktur aynı zamanda.
Hz. Peygamber (s.a.v.) bu sorumluluğu şöyle formüle ediyor: "İçinizden biriniz kabul edilemez bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle bu çirkinliği reddetsin ki bu son duruş, imanı en zayıf olanın duruşudur." (Müslim, iman, 78)
Bu hadis, şu ayete işarettir: "Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun." (Âli İmran, 104)
Bu ayet ve hadis, dini tebliğ ve anlatmak için kalemi, sözel anlatımı, vaaz, irşad, tebliğ, teşvik gibi her türlü meşru yöntemi dini tebliğ ve irşad etmek için kullanmamız gerektiğini bize emrediyor.
Dini sevdirerek, dine yönlendirerek, teşvik ederek insanları bilgilendirmek ve aydınlatmak zorundayız.
Dava adamı kimdir?
Dava adamı kendini; riyasız, kibirsiz, önyargısız bir formda tatlı dille, teşvik eden ve çizgisini zikzaklarla bozmadan dinine adayan kişidir. Dava adamı güne göre pozisyon almaz. İlkelidir. İmanı ve davası her şeyin önündedir. Kendini kitabına ve peygamberine adar. Beklentisi teşekkür veya cennet değil, Allah'ın rızasıdır. Tehditten korkmaz. Teşvik de beklemez. Yaptığını illaki anlatmaz. Hesabını Allah'a bırakır. Davasına zarar vermez. Zarar görse bile. Kindar değildir. Affedicidir. Affederken de şahsi bir yatırım için değil, dini için affeder.
Dava adamı dürüsttür. Haramdan kaçınır. Helali bile ihtiyaç kadarınca, nefsani sefaya dalmadan işler. Dini kendine yontmaz. Dinin sahibine göre kendini programlar. Kalp kırmaz. Hasetle iş yapmaz. Kendini her şeye layık, diğerlerini itibarsız görmez. Gün adamı değildir, her günün adamıdır. Zor günde de, müreffeh günde de olması gereken yerdedir.
Dava adamı kendisi gibi iman edenle boğuşmaz. Kavga etmez. Zira kendisi gibi iman edenle boğuşuyorsa bu mutlaka şahsi bir hırs, haset veya beklentiden dolayıdır. Bu şu demek değildir; kendisi gibi iman edenin her hatasını görmezden gelir. Hayır! Asla. Bilakis uygun bir dille, düzeltmek için, hatadaki kardeşini kurtarmak için ona fısıldar. Bunu yaparken de kardeşini rencide etmez, yaralamaz.
Dava adamı, düşmanına karşı hunharca davranmaz. Ona tövbe imkânı tanır. İman etmesini, küfründe veya delaletinde devamına yeğler. Şu ayeti unutmaz: "Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek 'Sen mümin değilsin' demeyin." (Nisa, 94)
Dava adamı namazını, orucunu, sadakasını, sadakatini, zekâtını, merhametini esirgemeyendir. Kumardan, içkiden, yalandan dolandan, merhametsizlikten kaçınan adamdır. Dava adamı Allah'a, kitabına ve peygamberine, onların emirlerine, 'Acaba, ama, fakat' gibi kaçamak cümlelerle bakmaz. Rabbül Âlemin ne buyurmuşsa, onu baş-göz üzerine kabul eden adamdır. Üstadın deyimiyle zor günde, zor zamanda "Kim vardır?" diye sorulduğunda sağa-sola bakmadan ben varım diyen insandır. Nimet olduğunda ise -Hz. Ebu Bekir'in yaptığı gibigörünmeyen, köşeye çekilen adamdır.
Dava adamı sesiyle, kalemiyle, parasıyla, ekmeğiyle, imkânıyla, kısacası etkili neyi varsa onunla dinine hizmet eden adamdır.
Dava adamı gece namazını, gündüz zikrini, Kur'an kıraatini, Hz. Resul'e salatu selamı esirgemeyen adamdır.
Dava adamı rüzgâra göre pozisyon almaz.
Dava adamının Rabb'e olan bağlılığı mezara kadardır.
Dava adamı ümidini, umudunu, gayretini yitirmeyen adamdır.
Dava adamı tek Rabb'e teslim olandır. Sahte ilahlara, sahte gülücüklere, oyunlara, tezgâhlara, tuzaklara, aldatıcı tekliflere kapı aralamayan adamdır.
***
DUADA ELLER YUKARI KALDIRILMALI MI?
Hz. Peygamber (s.a.v.) dua ederken avuçlarını göğe doğru açar, kollarını yukarı kaldırırdı. Bazen koltuk altları görünecek kadar kollarını kaldırırdı. Yüce Allah'tan bir şey istediğinde avuçlarını göğe kaldırırdı. Kötülük veya şerden Allah'a sığındığında ise avuçlarının içini yere çevirirdi.
İbn Abbas, Hz. Peygamber Efendimizin dua ederkenki halini şöyle anlatıyor:
"Resulullah'ı Arafat'ta gördüm. Dua ediyordu. Ellerini göğsünün üzerine koymuş, yemek isterken dilenen fakir gibi Allah'a yalvarıyordu." (Heysemi)
Hz. Aişe ise peygamberimizin duasını şöyle tanımlıyor: "Efendimiz ellerini kaldırır ve öylece dua ederdi. Öyle uzun dua ederdi ki bazen ben yorulurdum."
Hallad, babasından şöyle naklederdi:
"Resulullah'ı dua ederken izledim. İki avuç içini yüzüne yaklaştırıyordu. Yüzüne doğru kaldırıyordu. Hz. Peygamber dua ettikten sonra avuçlarının içini yüzüne sürmeden kalkmazdı." (Ebu Davud, Tirmizi)
O, şöyle buyurdu: "Allah'tan isterken avuç içinizle Allah'tan isteyin. Elinizin dış yüzüyle değil. Duayı bitirince de yüzünüze sürmeyi unutmayın." (Ebu Davud)
Bir hadiste şöyle buyurulur: "Kul ellerini kaldırıp dua ederse Allah onun avuçlarına dilediğini koyar." (Taberani)
O halde duada elleri kaldırmak ve duadan sonra avuç içlerini yüze sürmek sünnettir.
***
HZ. EBU BEKİR: KALBİMİZ KATILAŞTI
Kur'an-ı Kerim dinlerken hüngür hüngür ağlayan birini gördüğünde Hz. Ebu Bekir şöyle dedi: "Kalbimiz katılaşmadan önce biz de böyle ağlardık." Hz. Ebu Bekir gibi bir zirve insan "Kalbimiz katılaştı" diyorsa varın siz gerisini düşünün.
***
BİR AYET
Andolsun, size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir. Size çok düşkündür. Müminlere karşı şefkat ve merhamet doludur.
Buna rağmen yüz çevirirlerse de ki, Allah bana yeter. O'ndan başka Tanrı yoktur. Ben yalnız O'na güvenip dayanırım. O, büyük arşın sahibidir. (Tevbe, 128-129)
***
DUA
Peygamberimiz daraldığında şu duayı okurdu:
La ilahe illa Allah El-Azim El-Halim
La ilahe illa Allah Rabbül arşi'l Azim
La ilahe illa Allah Rabbu's- Semavati
Ve Rabbül ardi. Ve Rabbül Arşi'l-Kerim
İbn Abbas şöyle der: Hz. Peygamber sıkıntılı bir hâl ve daralma esnasında şöyle dua ederdi:
"Büyük ve halim olan Allah'tan başka ilah yoktur. Yüce arşın sahibi Allah'tan başka ilah yoktur. Göklerin, yerin ve kıymetli arşın Rabbi olan Allah'tan başka ilah yoktur." (Buhari, Daavat, 35, Ebu Davud, salat, 367)