Hz. Peygamber'in (s.a.v) hayatının her aşaması bizim için hayati önem taşımaktadır. Daha önce de çok özlü olarak değindiğim bu konuyu (15 Nisan 2016 Sabah Gazetesi) önemine binaen bir daha özetlemek istiyorum.
Efendimiz gerek Mekke ve gerekse de Medine'de düşman sayısını ve çemberini genişletmemeye çabalamıştır. Tam aksine dost sayısını çoğaltmış düşman sayısını azaltmıştır.
1) Mekke'de Peygamberliğinden önce aşiret veya kabile çerçevesinden uzak bir şekilde kurulmuş olan Hilfu'l -Fudul- erdemliler hareketine üye oldu. Bu hareket mağdur olan her mazluma kabile veya aşiretine bakılmadan yardım ediyordu. Herhangi bir kabile taassubu olmadığı için, Efendimiz burada yer aldı. Böylece bu harekete hiçbir aşiret düşmanlık edemedi.
2) Efendimiz Medine'ye gittiğinde Medine vesikasını hazırladı. Bu vesika ile Medine'deki Evs ve Hazreç isimli iki kabileyi barıştırmış ve Yahudileri ve Medine'de yaşayan Paganları da içine alan bir vatandaşlık yasası hazırlamıştır. Böylece 1400 kişi ile temsil edilen Müslüman nüfusu, güvenlik altına almıştır. 47 maddelik bu vesikada bir devletin varlığını sağlayan her husus vardır. Hz. Peygamber (s.a.v) bu vesikayı hazırladığında Medine'deki sahabe 1400 civarındaydı. On yıl sonra Arafat'taki sayı 110 bin kişiye ulaştı.
3) Medine çevresinde yer alan; Benu Demre, Müdliç, Gıfar ve Cüheyne gibi putperest kabilelerle Medine'yi koruma anlaşması yaptı.
4) Hudeybiye sonrası Mekkeli putperestlerle, yani Kureyş'le saldırmazlık anlaşması yaptı. Bu anlaşma yazılı belgelere göre 10 yıllıktı.
5) Taiflilerle anlaşma yaptı. Bu anlaşmada Hz. Peygamber'in (s.a.v), Taiflilerin kendi başkanlarını seçme yetkisini onlara tanıdığına tanıklık ederiz. Taiflilerin bazı şartlarını kabul etmemiş ama anlaşmayı da sağlamıştır.
6) Medine çevresindeki müşrik kabilelerle anlaşma yaparak, hem Mekke'deki müşrik otoritesini sarsmış ve hem de kendisine karşı hazırlanacak büyük putperest başkaldırıyı zayıflatmıştır.
7) Medine'ye yakın olan kabilelerle diplomatik münasebetler dışında akrabalık ve ticari bağları da güçlendirmiştir. Bunun dışında Medine çevresindeki irili ufaklı yüzlerce aşiret ve kabile ile anlaşma yoluna girmiştir. Bu tavırların tümü -tebliğ ve irşaddan- taviz vermeden: "
Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a tevekkül et." (Enfal, 61)ayetine uyumludur. Hatta Hudeybiye anlaşmasının şartlarına bakacak olursak Hz. Resulullah çok zor olan ve görüntüde Müslümanların aleyhine sayılacak bir anlaşmayı bile geleceğe hazırlamak için kabul etmiştir. Neticede Hz. Peygamber (s.a.v) Mekke müşrikleri ve Medine Yahudileri dahil olmak üzere sürekli anlaşma zemini aramış ve İslam'ın gelecekteki pozisyonunu kollamayı hedeflemiştir. Bu çizgi sünnete ve nebevi hikmete en yakın çizgidir.
Kuran-ı Kerim ve akıl
Kuran-ı Kerim'in birçok ayetinde, "Akletmez misiniz" diye buyurur. Bu akıl, vahiyden bağımsız salt akıl değil elbette. Zira dünyadaki insan sayısınca akıl ve aklın gösterdiği doğru veya yanlışlar olabilir. Akıl tek başına hidayeti ve doğruyu gösterseydi ne kutsal kitaplara ne peygamberlere gerek olurdu. Kimin aklını ve hangi aklı doğru kabul edeceğiz. Akıl bir noktadan sonra, nefsin ve egoların bir silahı haline dönüşmez mi? Akıl tek muhtar olsaydı, insanlığın düşün hayatı, felsefi akımların çöplüğü haline gelir miydi. Aristoppos'un
hedonizmi bir hayat tarzı olur muydu?
Ampirizm, ateizm, analitik felsefe, anarşizm, deizm, egoizm, septisizm, pragmatizm, idealizm, realizm natüralizm, hangisi hayatın hangi beklentisini çözebildi? Sizce ahlaki olanı hangisi? Hangi akıl doğru? Deist akıl mı realist akıl mı? Hepsi mi hiçbiri mi?
Kuran-ı Kerim'de anlatılan akıl; vahyi anlayan, vahyin öğretisini kendisine rehber edinen sağlıklı akıldır. Vahyin ışığında; kâinatı, varlığı, Rabbi, doğruyu, yanlışı, günahı, sevabı arayan ve bulan salim akıldır. Bu nedenledir ki bu akıl ile nakil-vahiy elbette çelişmez. Kuran'ı Kerim'de çağrıya muhatap olan akıl; Kuran'ın emirlerini anlamaya çabalayan akıldır. Yoksa, Kuran-ı Kerim'i inkâr etmeye çabalayan Firavni akıl değildir. Kuran-ı Kerim'de, düşünceye davet edilen akıldan, Kuran'ı ve Hz. Peygamber'i yok sayan ve şirke ortak olan akla bir davet çıkmaz. Bunu ancak ve ancak Hz. Adem'e secdeyi reddeden şeytanın çağımızdaki ortakları iddia edebilir. Onlar ise, akılları pisliğe bulaşanlardır.
Çocuklar ve Kuran-ı Kerim
Yaz ayındayız. Okullar tatilde. Çocuklarınızı mahallenizdeki camiye veya Kuran kursuna göndermeniz onun Kuran'ı öğrenmesine vesile olur. Hiçbir şey öğrenemezse bile, o günlerin hatırası onu ileride sarmalayacaktır. Bunu lütfen önemseyiniz. Zira evlatlarımız, yer yer kötü kullanılan sosyal medyadan haylice etkilenmektedir. Çevre toz duman. Efendimiz şöyle buyurdu: "Sizin en hayırlınız Kuran-ı Kerim'i öğrenen ve öğretendir. Siz öğreten olun çocuğunuz da öğrenen olsun."
Teşekkür
Ramazan buyunca ATV'de sunduğum iftar ve sahur programımıza, gerek Sultanahmet meydanına bizzat gelip yayını oradan seyrederek ve gerekse de ekrandan yayınlarımızı izleyerek bize büyük katkıda bulundunuz. Bizleri onurlandırdınız. Yayın boyunca her an sizin duanızı ve desteğinizi hissettik. Bir din programını; abartısız ve tamamen doğal bir yapıyla, büyük kitlelere ulaştıran ve onu en çok seyredilen bir program seviyesine getiren siz okur ve seyircilerimize candan teşekkür ederim. Sözlerimizin ve yayınımızın hedefine ulaştığını görmek elbette bizim için büyük bir onurdur. Sağ olun. Duanızın devamına talibiz.