Çarşamba günkü yazımda belirttiğim gibi, anayasa yapma konusunda hayli 'ilginç' bir noktada bulunuyoruz. Bugün, diyorum,
parlamentoda büyük bir
temsil kapasitesi mevcuttur.
% 85 katılımla seçim yapılmış,
parlamento % 90'a yakın temsil gücü kazanmıştır. Böyle bir meclis anayasa yapmayacak da kim yapacak?
***
Gelin görün ki, kazın ayağı pek öyle değil. Değil, çünkü, ana iddiam budur,
siyasal temsil kapasitesi
sosyolojik temsil kapasitesiyle örtüşmüyor.
Mesela
CHP bu bakımdan anayasa yapımına
katılamıyor. Kaldı ki, temel bir
iddiası ve ideolojisi olmadığı için bu oluşumda yer alamıyor. Halbuki, anayasa,
temsil edilen sosyolojik grubun, sınıfın, kesimin
siyasal/ sosyal taleplerini yansıtacak metindir.
Bu bakımdan
Akparti ve Kürtler önce çıkıyor. Açıkça belirteyim ki, bu ikili bir anayasa yapmaya ve yaklaşık
100 yıldır devam eden
sorunlu parantezi kapatmaya yeter. Fakat,
Kürtler de şu sıralar, ne yazık ki, büyük taktik hatalar neticesinde
siyaset üretemiyor.
Dolayısıyla
parlamento daha uzun bir süre, ister komisyonu toplasın isterse toplamasın,
anayasa yapamayacaktır.
***
Bu durumda ben asıl soruna değineyim:
toplumun devreye girmemesi.
Şöyle düşünelim.
1990'larda Türkiye
ağır krizler içindeydi.
Cumhuriyet, laiklik, siyaset, meşruiyet, temsil krizleri yaşıyordu. Fakat onca krize rağmen mesela
SHP sürekli olarak
anayasal taleplerde buluyordu. Şimdi CHP'nin hatırlamadığı bir sloganı dikkatle, heyecanla üretmiştik:
özgür birey, sivil toplum, demokratik devlet! Ve bu sloganı doğrulamak, somutlaştırmak için toplumun her kesimi harıl harıl anayasa taslağı üretiyordu. Hatta,
TÜSİAD'ın oluşturduğu taslağın yarattığı krizi
İshak Alaton büyüğümüz hatıralarında yana yakıla anlatıyor. Tekrar edeyim, Türkiye'nin her köşesinde, her
sivil toplum kuruluşu bir anayasa taslağı ile ortaya çıkıyordu.
***
Bu sağlıklı, verimli ve hepsinden önemlisi doğru yöntemdi. Bir toplumun anayasasının, her darbe sonrasında olduğu gibi atanmış bir
Kurucu Meclis, bir
Danışma Meclisi tarafından değil
seçilmiş meclis tarafından yapılması elbette esastır. Ama o bile yetmez. Toplumun şu belirttiğim şekilde anayasa yapımına katılması gerekir.
Türkiye'de eksik olan budur. Sadece parlamentodaki
temsil kapasitesinin anayasa hazırlamasını bekliyor toplum.
Kendisi katılmıyor. Eksik, yanlış ve sakıncalıdır bu yöntem. Hatta bu durumda 'toplum yeni bir anayasa istiyor' demek de
gerçek dışı bir ifadeye dönüşüyor. İhtiyaç varsa talep de vardır. Oysa yok o talep.
Bu vaziyetin getireceği
kısıtlama, bütün o
temsil kapasitesine rağmen,
anayasanın topluma ait olmayışı olacaktır. İstediğimiz kadar anayasaları
demokratik niteliği bakımından birbiriyle mukayese edelim.
1961 ve 1982 anayasaları topluma karşı devleti savunur. Oysa
anayasa toplumun olmalıdır,
toplumu gözetmelidir.
Bu koşulu üretecek iki öneriyle bitireyim: bir,
her parti kendi taslağını yazıp getirsin. İki,
her STK, toplumun tüm katmanları, kendi anayasa talep ve taslaklarını hazırlasın.
Demokratikleşme ancak o zaman gerçek manasında sağlanır...