Bazen ekonomi ekonomiden ibaret değildir. Bu ekonominin kendine has bir alanı ve işleyişi olmadığı anlamına gelmez. Aksine ekonomi sosyal bilimlerin en gelişmiş disiplinidir. Ancak bazı zamanlar vardır. O zamanlarda ekonomi daha çok belirleyen değil belirlenen konumuna düşebilir. Bu da siyasetle doğrudan ilgilidir.
Mesela doksanlı yılların siyaseti ekonomiyi ana belirleyen haline getirmiş gibi görünebilir. Fakat onun arkasında bile bir siyasi güç vardı. Çünkü uluslararası bir istikrar vardı. Savaş uzak ihtimaldi. Güvenlik teminat altındaydı. Dolayısıyla da siyaset durgundu. Ekonominin ön plana çıkması için ortam çok uygundu. Hatta o tarihlerde devletlerin zayıfladığı çok uluslu şirketlerin yükseldiği ve ekonomik ilişkilerin bütünüyle dünya siyasetini de şekillendireceği konuşuluyordu.
Fakat gördüğümüz gibi neo-liberal ideoloji büyük oranda Amerika'nın siyasi ve askeri gücüne bağımlıymış. Amerika dünyadan çekildikçe neo-liberal ideoloji de önemini kaybediyor. Daha dün Fransa Amerikan ürünlerine koyduğu gümrük vergisini yükseltirken Trump Fransız mallarına ek vergiler koyacağını son derece küstah bir şekilde dile getirdi. Klasik korumacılığın tüm iddiaları artık çok daha açık bir şekilde kullanılıyor. Siyaset ekonomik ilişkileri de düzenlemeye başladı.
Böyle bir dünyada hâlâ Merkez Bankası'nın siyasetten bağımsız olmasını hayal etmek gerçekliğe aykırı. SadeceTürkiye'de değil tüm dünyada toplumlarkimseye hesap vermeyen merkezbankalarının halka rağmen piyasalarısermaye lehine düzenlemesindenrahatsız. Ancak liberal paradigma içinde eğitim aldığımız için bazı doğruları sorgulayamaz hale gelmişiz. Mesela kimse "pardon ama Merkez Bankası neden bağımsız olmalı" sorusunu sormuyor. Evet biliyoruz finans piyasaları istikrarlı bir yönetime ihtiyaç hisseder.
Ancak bu istikrar hep birilerinin lehine çalışıyorsa ne olacak? Mesela faizler yükseldiğinde sermayedar parasını yatırıma değil faize koyduğunda işsizlik başta olmak üzere birçok ekonomik ve toplumsal sıkıntı doğmuyor mu? Ancak kendi görevini siyasetten bağımsız biçimde tarif eden merkez bankaları demokratik bir yöntemle halka hesap vermediklerinden bu konuda son derece duyarsız olabilir. Siyasi maliyeti hükümetleryüklenecek ancak Merkez Bankası sermayesahiplerinin paralarını korumayadevam edecek. Kusura bakmayın bunuhiçbir toplum kabul etmez. Gerçekten demokratik bir yönetimden bahsediyorsak ülkeyi yöneten hükümetlerin ekonomik kararları da belirleyebilmesi gerekmez mi?
İlkesel olarak hâlâ bu liberal iddiayı savunabilirsiniz. Ama size gerçeklikten bahsedeyim. Liberal dönem bitti. Artık siyasetin ağır bastığı bir döneme girdik. Ve merkez bankalarının derebeylikleri de son bulacak. Ülkeyi yönetmek için seçilen ve halka hesap veren iktidarlar ekonomiyi de yönetecek. Bu adımı atmakta geç kalan ülkeler kendi öz kaynaklarını başka ülkelere peşkeş çekmiş olacak. Ama aksine tedbir alabilmeyi becerenler kendi ülkelerini koruyabilecek. Bakın Türkiye'de faiz dört puan düştü. Kıyamet kopmadı. Aksine ekonomiyi gerçek anlamda toparlayabilmek için çok başarılı bir adım atılmış oldu.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.