İspanyol gribi, bütün dünyada olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu'nda da ciddi sayıda ölüme sebep oldu. Bu konuda
Mustafa Temel, Murat Yolun, Berna Arda-Ahmet Acıduman, Murat Güldal, Recep Öztürk ve
Muzaffer Albayrak'ın araştırmaları vardır.
Mart 1918'de Amerika'da ortaya çıkan İspanyol gribi, Temmuz 1918'den itibaren Türkiye'de de görülmeye başladı. Ancak bu ilk dalga, dünyada olduğu gibi büyük can kayıplarına neden olmadı. Bu yüzden hastalığa dair basında çıkan ilk haberlerde ölümcül olmadığı yönünde ifadelere yer verilmekteydi. Ekim ayına gelindiğinde ise hem salgının yayılma hızında bir ivme hem de can kayıplarında ciddi bir artış yaşandı. Bu esnada terhis edilen askerler, salgının yayılma hızını oldukça artırmıştı. Salgından en fazla etkilenen şehir ise başkent İstanbul'du. Savaşın yüzünden sağlık hizmetleri derin yara alan şehirde, yokluk ve hijyen problemleri hüküm sürmekteydi. Haliyle hastalığın yayılması için şartlar çok müsaitti.
İlk dalganın az ölümle neticelenmesi toplumda ve devlette hastalığa karşı bir ihmal ortaya çıkarmıştı. İlerleyen vakitlerde ölüm oranlarının artması üzerine durumun vahameti hızla fark edilip önlemler alınmaya başladı.
Hemşire, maskesiyle hasta bakıyor.
AŞI ÇALIŞMALARI
Durumun ciddiyetinin anlaşılmasının ardından devlet, öncelikle insanların bir araya gelmesini önleyici tedbirlere başvurdu. İlk olarak Ekim 1918'de eğitime ara verip kısa bir süre sonra açılan okullar, Aralık'ta vakaların artmasıyla yeniden tatil edildi. Bu tatili tiyatro ve konferans gibi toplu etkinliklerin yasaklanması takip etti. Sıhhiye Müdürlüğü, İspanyol gribine karşı alınması gereken tedbirler konusunda gazeteler vasıtasıyla halkı bilgilendirmeye çalışıyordu.
Dr. Âkil Muhtar.
Ardından İstanbul Şehremaneti, yani belediye salgından korunmak için yapılması gerekenlere dair bir beyanname yayınladı. Söz konusu yayınlarda bugün de gribe karşı alınan önlemler sıralanmaktaydı. Bu manada, hastalarla teması mümkün olduğunca azaltmak, soğuk algınlığına karşı önlem almak, ağız hijyenine dikkat etmek, mendil kullanmak, kalabalıklardan uzak durmak, hasta olanları izole etmek ve bakımı esnasındaki hijyene dikkat etmek gibi öneriler sıralanıyordu. Ancak hastalığın İstanbul'da en yoğun olduğu Aralık 1918'de futbol müsabakalarının ve mevlit törenlerinin devam etmesi, salgına dair önlemlerin pek iyi planlanmadığını göstermektedir.
Basında zaman zaman da hastalığın dünyadaki seyri, tanımlama çabaları ve semptomlarına dair yazılar yer alınmaktaydı. Söz konusu yazılarda hastalığın belirtileri arasında özellikle yüksek ateş, şiddetli baş ve kas ağrısı, iştahsızlık öne çıkmaktaydı. Bu manada özellikle
Dr. Âkil Muhtar pek çok telif ve tercüme makaleyle hastalığa dair önemli bir literatür meydana getirmiştir. Ancak bu gibi yayınlarda tedbirlerin isabetliliğinin aksine teşhiste yanlışlıklar söz konusuydu. Zira dünyada hastalığın bakteri kaynaklı olduğu yönündeki yanlış kanaat gibi devrin Osmanlı gazetelerinde de hastalığın daha çok
"üç gün humması" olduğu tahmin edilmekteydi.
Her türlü zorluğa rağmen gribe karşı aşı geliştirmek için çok gayret gösterildi. Bakteriyolojihane Müdürü
Refik Bey aşı da üretti. Fakat söz konusu aşı gribe karşı beklenen tesiri göstermedi. Esasen grip virüsü henüz keşfedilmemiş olduğundan bu teşebbüsün başarısız olması kaçınılmazdı.
Amerika'da gripten etkilenenler hastanede.
SALGIN GENÇLERİ ÖLDÜRDÜ
Gribin Osmanlı topraklarında en etkili olduğu dönem, Ekim 1918-Şubat 1919 tarihleri arasıydı. Nitekim 5 Ocak 1919 itibarıyla okulların açılması kararı alınmıştı. Ancak okul ve sinemalar açılırken birtakım tedbirler de sıralanmış, özellikle havalandırma ve hijyen vurgulanmıştı. Zaten hastalığın etkisi de bir süre daha devam etti. 1919 yılı sonları ve 1920 yılı başlarından itibaren İstanbul'da hastalık tekrar görülmeye başladı.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nin müstensihlerinden meşhur
Doktor Kilisli Rıfat (Kardam) da 1919 yılı sonlarında hastalananlar arasındaydı. Üstelik
Kilisli Rıfat, bir süre Hilal-i Ahmer İdaresi'ndeki görevine devam edemeyeceğini bildirdiği arzuhalinde hastalıktan sonra kalbinde sorun yaşadığına dair dikkat çekici bir ayrıntı da kaydetmiştir. Söz konusu bu son dalga esnasında
Kilisli Rıfat gibi çok sayıda İstanbullu hastalanmış ve devlet memurlarının çoğu yatağa düşmüştü.
20. yüzyılın başlarında İstanbul.
Basında bu son dalganın bir önceki dalgaya göre daha hafif seyrediyor olmasına rağmen
"İspanyol Nezlesi Kapıda Bekliyor" başlığıyla dikkat edilmesi gerektiğine dair haberler yapılmıştı. Bu zor günlerde bazı fırsatçı eczacıların ilaç fiyatlarını artırdığı ve doktorların yetersiz kaldığı görülmektedir. Bu son dalganın İspanyol gribinin bir devamı olup olmadığı çok net değildir. Şayet bu son dalga da İspanyol gribinin bir devamı ise hastalığın dünyadaki üç dalgalı seyrinin aksine Osmanlı'da dördüncü bir dalga gerçekleştiği söylenebilir.
Sıhhiye Mecmuası'ndaki verilere göre 1918- 1919'da grip yüzünden İstanbul'da 9 bin 974 kişi vefat etmişti. Ancak bu sayıya 1920 yılının da dahil edilmesi gerektir. Üstelik verilerin eksik olduğu yönünde kanaatler de mevcuttur. Haliyle 1918-1920 yıllarında en az 15 bin İstanbullunun grip nedeniyle hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. Bazı dağınık veriler de basın üzerinden takip edilebilmektedir. Bu manada vakaların artmaya başladığı Ekim 1918'de bir ayda İspanyol nezlesi kaynaklı toplam 1801 kişinin vefat ettiği kaydedilmiştir.
Söz konusu ölümlerin önemli bir kısmı gençlerden müteşekkildi. Bu manada
Recep Öztürk'ün Şehremaneti verilerine dayanarak hazırladığı bir istatistikte; 1918'de İstanbul'da İspanyol gribi kaynaklı ölümlerin % 66.9'u 1-40 yaş aralığındaki hastalardan oluşmaktaydı. Bu durum dünyadaki eğilimi yansıtması bakımından dikkat çekicidir. Zira bu salgın, tüm dünyada, yaşlılara nispetle daha çok gençlerin ölümüne neden oluyordu.
Rakamların net olmamasına rağmen hastalığın yıkıcı etkisine dair çarpıcı örnekler mevcuttur. Bu manada Moda'da ikamet eden eski Bahriye evrak müdürlerinden
Ahmed Bey'in evinden bir haftada 4 cenaze çıkmıştı. İki kızı, bir oğlu ve bir torunundan oluşan bu kimselerden
Ahmed Bey'in küçük kızı
Mebrure henüz 16 yaşını yeni tamamlamıştı. Keza aynı günlerde güzide Osmanlı subaylarından
Edib Bey de 25 yaşındayken İspanyol gribinden vefat etmişti.
İspanyol nezlesiyle ilgili gazete haberleri.
Elbette salgından etkilenen yalnızca İstanbul değildi. Bu manada Yozgat, Çorum, Eskişehir ve Ankara gibi Anadolu şehirlerinde de salgının etkili olduğu görülmektedir. Keza Musul, Beyrut ve Yemen gibi Osmanlı coğrafyasının çeşitli bölgelerinde de hastalığın hüküm sürdüğü anlaşılmaktadır. Ancak İstanbul dışında İspanyol gribinin Osmanlı topraklarındaki tesirine ve ölüm oranlarına dair şimdilik fazla bir bilgiye sahip değiliz.
HALKI UYARIN
8
Aralık 1918 tarihli Tasvir-i Efkâr Gazetesi salgın konusunda yetkilileri şöyle uyarıyordu:
"Sıhhiye Müdürlüğü ve Doktorlarımızın Dikkatine! İspanyol nezlesi dehşetli ve ölümcül bir salgın halini almaya başladı. Gün geçmiyor ki bir gencin, değerli bir vatan evladının veya memleketine hizmet etmiş yaşlı bir zatın bu hastalığın kurbanı olduğu işitilmesin. İspanyol nezlesi deyip hafife aldığımız bu hastalık Anadolu'ya da bulaşmış ve birçok yerde daha geniş ve feci tahribat yapmaya başlamıştır. Dün Sapancalı bir okurumuzdan; 'Cankurtaran Yok mu?" başlığıyla aldığımız bir mektupta İspanyol nezlesinin Sapanca'da insan bırakmayacak şekilde saldırdığını bildiriyordu.
Elim bir yardım niyazı ile ilgili makamların dikkatlerine sunuluyor. Bunca dert arasında bu hastalık da çaresiz millete bir 'Enver Paşa Âfeti' gibi müstevli oldu. Bu nedenle Sıhhiye Müdüriyeti ile bütün doktorlarımızın önemle dikkatini çekmek istiyoruz. İspanyol nezlesinin mahiyetine dair sürekli risaleler mi, beyannameler mi her ne vasıta ile olursa olsun halkın dikkatini çeksinler. Hastalıktan korunma yollarını ve bulaştıktan sonra tedavi çarelerini tarif etsinler. Gerekli uyarılarda bulunsunlar. Bu iş bugün bir fariza-i vataniyye oldu. Bununla uğraşmak belki elektrik şirketinin kömürü, tramvay şirketinin seferlerinden daha gereklidir".