Eskiden birçok mesele müftülere ve şeyhülislâmlara sorulup, verecekleri fetvaya göre hareket edilirdi. Kanuni Sultan Süleyman'ın meşhur Şeyhülislâmı Ebussuud Efendi, bir gün sabah namazından ikindi namazına kadar, adamlarıyla birlikte ne kadar fetva yazdıklarını hesapladığında, ortaya 1413 rakamı çıkmıştı. En ilginç fetva verme yöntemi Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde 23 yıl şeyhülislâmlık yapan Zenbilli Ali Efendi'ye aitti. Şeyhülislâm Ali Efendi, fetva isteyenlerin sorularını yazdıkları kâğıtları koyabilmeleri için evinin penceresinden devamlı olarak zenbil denilen bir sepet sarkıtırdı. Soruları buraya koyanlar, cevaplarını da bu zenbilin içinden alırlardı. Şeyhülislâm bu alışkanlığından dolayı, halk tarafından "Zenbilli Müftü" olarak adlandırılmıştı. Fetva bir meselenin dini-hukuki durumuna açıklık getirirdi. Müftülerin verdiği fetva bir bakıma, Kur'an ve peygamberin sünnetinde yer alan dini bir hükmün açıklanması ve kapsamının belirlenmesidir. Fetva yetkili bir müftüden alınabileceği gibi Osmanlı İmparatorluğu'nda en büyük dini yetkili olan Şeyhülislâm'dan da alınabilirdi. Fetva almak için soru soran kişi durumu "mesele" adı altında ve kendi ismini vermeden yazılı olarak fetva makamına arz ederdi. Fetvalarda meselesi olan kişiler gerçek adlarıyla yer almayıp erkekler için Zeyd, Amr, Bekir, Halit, kadınlar için ise Hind Zeynep gibi temsili isimler kullanılırdı. Fetvalarda genellikle soru kısmı ayrıntılı olur, cevap ise "Olur, olmaz, caizdir, değildir" gibi biriki kelimeden oluşurdu. Kısa cevabın yeterli olmadığı durumlarda cevap kısmı da oldukça ayrıntılı olurdu. Fetvanın sonunda, fetvayı veren müftünün adı ve sıfatı bulunurdu. Kanuni Sultan Süleyman ve oğlu İkinci Selim dönemlerinde 29 yıl şeyhülislâmlık yapan Ebussuud Efendi'nin Ertuğrul Düzdağ tarafından yayınlanan fetvalarından kurbanla ilgili olanları aşağıda veriyoruz:
Soru: Kurban olunacak hayvan, kesilirken kaç ayağı bağlanıp, hangi ayağı boşta kalması caiz olur.
Cevap: Üç ayağı bağlanıp, arka ayağının sağı boş konup, sol yanı üzerine yatırılır.
Soru: Zeyd Kurban Bayramı'nda, fakir komşusu Amr'a kurban parasını verse, üzerine lazım olan kurban vazifesini yapmış sayılır mı?
Cevap: Caiz olmaz. Eğer kurban günleri geçerse, ondan sonra caiz olur.
Soru: Zeyd'in Allah rızası için olmayıp, belki kötü niyetle ziyafet maksadıyla kestiği davar Allahu Teala hazretlerinin "Allah'dan başkası için kesilecek kurban helal olmaz" kelam-ı şerifine dahil olup, haram olur mu?
Cevap: Hayvanı, arkadaşı Amr'a hürmeten boğazlamış olur.
*******************************
Kurbanın makbulü koyundu
Kurban bayramlarında en önemli mesele halkın kurban ihtiyacının karşılanmasıydı. Tanzimat öncesinde sığır eti pek makbul olmadığından koyun eti tüketilirdi. Bu yüzden kurbanlıkların hemen hemen hepsi koyun olurdu. Yetkililer, halkın sıkıntı çekmemesi için aylar önceden İstanbul'a gelecek kurbanlık koyunlar için hazırlıklara başlarlardı. Hassa kasapbaşı kontrolü altında, Anadolu ve Rumeli'deki koyun yetiştirilen bölgelerden onbinlerce koyun getirilirdi. 1791'de 60 bin, 1811'de 116 bin, 1820'de 179 bin, 1823'te 105, 1825'te 75 bin, 1826'da 127, 1827'de 94 bin 700 kurbanlık koyun gelmişti. Kasapbaşı, eğer Kurban Bayramı kışa rastlamışsa Anadolu'dan kurbanlık koyunların getirilmesi zor olduğundan, Rumeli'den daha fazla koyun getirtirdi.
*******************************
Bayram günü karışınca kurbanlar bir gün sonra kesildi
Osmanlı döneminde, bayramlar yeni ayın girmesiyle başlardı.
Bunun için de hilal gözlenirdi. Bazen yeni ayın girdiği yönünde farklı farklı söylentiler çıkar ve bunun üzerine halk hangi günün bayram olduğu konusunda tereddüde düşerdi.
1592 Kurban Bayramı'nda da böyle bir durum yaşanmıştı.
TEKMİL-İ SELASİN
Bayramlar, Müslümanların Medine'ye hicretinden sonra 624'te başlamıştı.
Ramazan Bayramı 3, Kurban Bayramı ise 4 gündü.
Osmanlı İmparatorluğu'nda zamanında Ramazan Bayramı'na "Iyd-i Said-i Fıtr", Kurban Bayramı'na ise "Iyd-i Said-i Adha" denirdi.
Osmanlı İmparatorluğu'nda Ramazan ayında iken bayramın başlaması için Şevvâl ayının girdiğinin işareti olarak hilalin görülmesi beklenirdi. Eğer Ramazan'ın 29'unda hilal görülmezse Ramazan'ın 30'unda top atılarak ertesi günün bayram olduğu ilan edilirdi. Hilal görülmediği takdirde bu şekilde bayram gününün tespitine "tekmil- i selasin" denilirdi. Kurban Bayramı'nda da ayın durumuna göre Zilhicce ayının birinci gününün tespiti ile arife ve bayram günü belli olurdu. Kurban Bayramı Zilhicce ayının 10'unda başlardı.
Ramazan'ın başlangıcını, bitişini, Kadir Gecesi'ni ve Kurban Bayramı'nın ne zaman olduğunu belirlemek İstanbul Kadısı'nın göreviydi. Kadı bu günleri tespit ettikten sonra saraya bildirir, daha sonra da halka ilan edilirdi.
Saraya bu günleri bildiren İstanbul kadısı yüklü miktarda bahşiş alırdı.
BAYRAM GÜNÜ TARTIŞMASI
Devletin bayramları tespitini İstanbul kadısına vermesine rağmen, başka görevlilerin duruma müdahaleleriyle, bayram gününün tespitinde bazen karışıklık yaşanırdı. En önemli Osmanlı tarihçilerinden Mustafa Selanikî, "Tarih-i Selanikî" isimli eserinde böyle bir durumu anlatır.
İstanbul Kadısı, Zilhicce ayının başlangıcını 8 Eylül Salı günü olarak tespit edip, 1592 yılı Kurban Bayramı'nı 17 Eylül Perşembe günü olarak ilân etmişti. Ancak Üsküdar Kadısı Mevlana Abdürrahim Efendi, "Benim katımda Zilhicce ayının başlangıcı Pazartesi günü sabit oldu.
Pazar günü akşamı Zilhicce ayının hilalini ben kendim gördüm" diyerek bayram gününe itiraz etti. Üsküdar Kadısı'na göre bayram 16 Eylül Çarşamba günü başlıyordu. Bunun üzerine durum padişaha arz edildi.
Dönemin hükümdarı Üçüncü Murad, bunun üzerine "Bayram 16 Eylül Çarşamba başlasın" dedi. Devlet görevlilerinin ihtilafı yüzünden kafası karışan halk, her zamanki gibi bayram sabahı mezarlıkları ziyaret edemedi.
Kurbanın hangi gün kesileceği de problem oldu.
İşi garantiye almak isteyenler kurbanlarını ilân edilen bayram tarihinde değil bir gün sonra kestiler.
Bu durum halk arasında günlerce konuşuldu ve "gerçek hacıların dönüşünden sonra belli" olur denildi.