Millet olarak iki asırlık arayışımızın neticesi olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçişimizin taçlanacağı günde Avrupa Birliği'ni konu alan bir yazı pek şık değil belki...
Ama içimizden birilerinin mutlaka girmemiz gerektiğini düşündüğü Avrupa Birliği'nin 'olmaz böyle şey' dedirten son adımı yazmayı gerekli kılıyor.
AB, Türkiye'nin haklı taleplerinden olan vizesiz seyahatin sağlanması konusunda, daha önce ileri sürdüklerine ek olarak, Türkiye'nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ni Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıması şartını da ilave etmiş.
Bilinen Avrupa kaynaklı deyimlerden birisi ile söylemek gerekirse bunun adı tam tamına, 'tüy dikmek'tir. Tüy dikmek, yani rezilliğini herkes görsün diye aşikar hale getirmek…
Rum gazetelerinin bile 'bu kadarı da olmaz' şeklinde yorumladığı bu talep, çifte standart konusunda sınır tanımazlığın emaresi. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ni üye olarak bile kabul etmemesi gereken AB, şimdi onu 'Kıbrıs Cumhuriyeti' olarak kabullenmemizi isteyebiliyor.
Makedonya'nın adının Yunanistan'ın ısrarlı talepleri sonucunda Kuzey Makedonya haline getirildiği bir zamanda, hem de…
Olmaz ya, diyelim ki Türkiye gözünü kararttı ve bunu da kabul etti. Hiç şüphemiz olması yeni ve çok daha kabul edilemez olan başka talepler çıkacaktır heybelerinden.
Önce basit kültür-fizik hareketleriyle başlattılar imtihanı. Sonra 10 kilometre koşu deseler de, bunun az olacağı düşüncesiyle işi maratona döküp 42 km. koşmamızı istediler. Baktılar ki bu da yapılabiliyor, engelli koşuyu şart koştular. Yetmedi, ileriye doğru takla, bunu da yapınca ters takla atmamızı talep ettiler…
Ters takla da atabiliriz gerçi. Ancak bunu yaptığımızda da başka şeyler, mesela tek harekette çift ters takla atmamızı isteyeceklerdir, kesin. Onlar kazanmamızı arzu etmedikleri müddetçe kazanma şansımızın söz konusu olmadığı bir imtihan süreci bu çünkü.
Kokoreç problem değil…
Vermeye niyeti olmayanın ipe un serdiğini Nasrettin Hoca fıkralarından biliriz. Bizim girmeye niyetimiz olup olmadığı ayrı, ama almaya niyeti olmayanların ne türden atraksiyonlar yaptığını da AB sürecinde bihakkın tecrübe ettik, ediyoruz.
Hala ve ısrarla AB diyenler de, durumun sakilliğinin farkındalar. Ama onlardan bir kısmı, dümende biz olursak Türkiye'yi mutlaka birliğe alırlar yanılgısı içinde. Bu durumda kısmi ve kabul edilebilir bir teslimiyet söz konusu onlara göre. AB'ı bir medeniyet projesi olarak kabul ettiklerinden da, teslim olduğumuz kadarının bize bir zarar vermeyeceği hayali görüyorlar.
Oysa bütün süreç boyunca gözlerimizin önünde gerçekleşen akışa bakılırsa, AB kısmi değil tam teslimiyet istiyor. Bu tam teslimiyet sadece hal ve tavırlarımızla ilgili de değil. Haritamızın bile istedikleri gibi olması gerektiğini düşünüyorlar. Çünkü 80 küsur milyonluk ve gittikçe de çoğalan Türkiye'nin üyeliği onlar açısından riskli.
Türkiye'nin AB açısından önemli bir ülke olduğu ve üye olursak bunun işlerine yarayacağı, doğru. Fakat, mesele bu kadarla bitmiyor. Nüfusumuz yanında Avrupalılar açısından kabul edilemez bazı değerlerimiz de, sıkıntı vesilesi.
AB açısından sıkıntı doğuran şeyler sakatat, kokoreç, kelle paça gibi ağızlarının tadını bilseler yiyecekleri şeyler değil sadece.
Onlar bizi biz yapan değerlerimizden de uzaklaşmamız gerektiğini düşünüyorlar. Bunun için de bize özgürlük diye marjinal özgürlükleri dayatıyorlar, mesela.
AB ve içimizdeki uzantılarının ne kadar uğraşsalar da ülkemizi teslim alamayacakları kesin. Çünkü son kararlarında olduğu gibi, niyetlerini hep açık ediyorlar…