2019 seçimlerinde cumhurbaşkanı adayı olacaklar için süreç şimdiden uzun soluklu bir maraton kıvamında başladı. AK Parti ve MHP ittifakı adayını Cumhurbaşkanı Erdoğan olarak netleştirdi. Meral Akşener'in aday olma kararı, Kılıçdaroğlu'nun ise gizli arzusu biliniyor.
İktidarın planı Erdoğan etrafında bütünleşerek ilk turda seçimi almak. Muhalefetin hedefi ise ikinci turda "demokrasiden yanaolanlar" adı altında Erdoğan karşıtı blok kurmak.
Seçimin ikinci tura kalması halinde Kılıçdaroğlu ya da Akşener'in Erdoğan karşısında başarılı olması muhafazakâr-milliyetçi oyları ikna edebilmelerine bağlı. Medyada estirilen sözde "Akşenerfırtınasına" rağmen muhafazakâr seçmenlerin AK Parti'den kopmadığı anlaşılıyor.
CHP- HDP- İyi Parti cenahının AK Parti'ye karşı yürüteceği "dikta" ya da "demokrasiye karşı olanlar" söylemi hayli eski. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişi sağlayan 16 Nisan referandumunda ziyadesiyle kullanıldı. Yeni sistem yeteri kadar bilinmemesine rağmen karar "evet" yönünde çıktı. Halbuki Erdoğan icraatıyla kamuoyunun en iyi bildiği siyasetçi. Bu yüzden 2019 seçimlerinde işi kolay görünüyor. Kaldı ki Erdoğan, yoğun temposuyla her an seçim sürecindeymiş gibi çalışıyor. Maratonu yüz metre gibi koşmaya alışık.
İşte saydığım bu nedenlerle mevcut muhalefetin Erdoğan'ı ve destekçilerini "demokrasikarşıtı" gibi gösterme çabası zayıf kalmaya mahkûm. Bu noktada yüzde 50+1 alabilmek için BBP, Saadet Partisi ve daha önemlisi AK Parti tabanından koparılacak bir parça "kritikkütle" haline geliyor. Adaylar arasında 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ya da bir AK Partili ismin zikredilmesinin sebebi bu kütleye hitap edebilme ihtimaliyle alakalı. "Gül adayolur mu olmaz mı" totosu yapmanın anlamı yok. Yürüttüğü siyasetin neye karşılık geldiğini görmek gerekir.
Gül'ün 2013'ten itibaren kendisini AK Parti siyasetinden ayrıştıran tarzına KHK eleştirisinden sonra Erdoğan'ın açık müdahalede bulunması yeni bir evreye geçtiğimizi gösteriyor.
Şurası netleşti: Erdoğan, Gül'ün AK Partili olduğu imajını vererek ancak kaygılı açıklamalarla "yumuşak bir muhalefet" tonunda siyaset yapmasından rahatsız.
Bu yüzden "üzüldüm" tabiri ile başlayan eleştirisini "karşı saflarda siluetleri belirenkişiler" ve "trenden düşenler" formatına taşıdı. Söz konusu eleştiriyi Gül, dün, "arkadaşlarlapolemiğe girmek istemiyorum" diyerek cevapladı. Dahası, Gül, güncel siyasetin gündemine girmeye devam edeceğini gösteren yorumlarda bulundu. Cumhurbaşkanlığı döneminden itibaren gazetecilerin tutuksuz yargılanması gerektiğini söylediğini hatırlattı:
"OHAL'in son defa Meclis'e sevk edildiğikanaatindeyim. İnşallah son kez uzatılır. Tekrar reformcu bir Türkiye olduğunugöstermesi, ekonomi, dış ilişkileritibariyle çok doğru olacağına inanıyorum. Çok olağanüstü bir dönem yaşadıTürkiye, kontrol altına almak için gerekliydiama artık her şeyin normalleştirilmesiTürkiye için çok büyük iyilik olur."Bu değerlendirmeler Gül'ün Erdoğan'ınrahatsız olduğu siyaset tarzını sürdüreceğinigösteriyor. Adaylığını açıklamadan, "polemiğegirmeden" yeni bir muhalefet tarzı geliştiriyor.
Ülkenin "olağanüstü şartlardangeçtiğini" kabul ederek yerli-milli ittifakıntabanına sesleniyor ancak artık "normalleşme,reform ve dünyada itibar" kazanmazamanı diyerek de "Gül tarzı" muhalefet ediyor.
Hem CHP- HDP- İyi Parti cenahına hem de AK Parti çevresindeki endişelilere hitap ediyor.
Ve böylece "artık normalleşmeninzamanı geldi" söylemi eşliğinde de kamuoyundaadaylığını konuşturmuş oluyor. Gül'ün"OHAL'in kaldırılması, reform ve dışdünya ile barışma" söyleminin CHP'nin"dikta yönetimi" eleştirilerine yakınlaştığınıgörmek lazım. Seçim süreci sertleştikçe Gül'ünsöylemi Kılıçdaroğlu'nun dili ile daha da örtüşebilir.
Ezcümle bence Gül'ün siyaset tarzı, "doğru zaman gelirse" çıkacak bir adayın "test sürüşü."
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.