Cumhurbaşkanı Erdoğan BM Genel Kurulu'na hitap etmek için New York'ta. Arakan'daki soykırım dahil küresel adaletsizlik konularını dünyanın gündemine taşıyacak. Bu arada da çok sayıda liderle ikili görüşmeler yapacak.
Perşembe günü ABD Başkanı Trump ile acil kriz konuları olan Kuzey Irak'taki referandum ve Suriye'deki son durumu görüşecek. Türk-ABD ilişkilerinin ciddi bir gerginlikten geçtiği bu dönemde Erdoğan-Trump görüşmelerini hâlâ önemseyenlerdenim.
Trump'ın gelişinin ikili ilişkilerde beklenen toparlanmayı getirmediği aşikâr. Hatta YPG'ye yapılan resmi yardım ile Suriye politikasında Obama'nın hayaletinin etkin olduğunu biliyoruz. 3 bin TIR silah ve PKK'lı teröristleri "ordulaştırma" eğitimi Ankara açısından "düşmanca" bulunuyor.
***
Aslında bugünlerde Soğuk Savaş'ın bitiminden sonra Washington-Ankara arasındaki en sorunlu dönemi yaşıyoruz. Washington'daki kurumların dağınıklığı ve Kongre'deki Türkiye- Erdoğan karşıtlığının ideolojik bir düzeye taşınıyor olması gerilimin yoğunluğunu artırıyor.
İşte bu durum sebebiyle Erdoğan ve Trump'ın her şeye rağmen sıcak görüşmeler yapabiliyor olmasını değerli buluyorum. Müttefiklik ilişkisinde yapısal bir ayrışmaya doğru gidişini engellemek için bu tür görüşmeleri fırsat kapısının açık tutulması olarak görüyorum.
Ankara, Washington'daki yönetim krizinin bitmediğinin farkında. Zarrab davasının 17-25 kumpası çizgisinde yürümesini, korumalar hakkındaki tutuklamayı ve Gülen'in iadesi konusunda hiçbir şey yapılmamasını, Trump'a da direnen kurumlara, aktivist yargıya bağlıyor. Yani, Trump'ın iktidarını pekiştiremediğini, hatta ayakta kalma kavgası verdiğini görüyor.
Başkanın Beyaz Saray ekibindeki istifalar, kritik yerlerdeki görevden almalar ve dışişleri bakanlığı gibi bir kurumda bile yardımcılık görevlerine atama yapılamamış olmasını da mevcut "yönetim" krizinin örnekleri olarak değerlendiriyor.
***
Bu sebeple Ankara-Washington hattında iki liderin arasındaki birlikte çalışma isteği, elde bulunan en önemli avantaj. Ancak vaktin hızla azaldığını da söylemeliyiz. Trump yönetiminin bir türlü Ortadoğu ve Suriye politikasını netleştirememesi, Obama dönemi politikasının bölgedeki olumsuz sonuçlarının derinleşmesine sebep oluyor. Suriye-Irak'ın parçalanmaya ve PKK-YPG'nin devletimsi yapılanmaya gidişi gibi "hayati tehditler" Türkiye'nin Rusya ve İran ile sahadaki işbirliğini genişletiyor. Astana süreci, çatışmasızlık bölgelerindeki uzlaşma ve S-400'lerin alımı ilk örnekler...
Deaş ile mücadele sona doğru giderken Türkiye ve İran, YPG konusunda da işbirliği arayışında. Şimdilik stratejik düzeyde olmasa da Türkiye'nin Rusya ve İran ile sahada genişlettiği bu işbirliğinin Türk-ABD ilişkilerini geri dönülemez bir sarmala taşıma, yapısal hale gelme riski ortada. İç siyaset ile başı dertte olan Trump'ın bu gidişatın risklerini görmesi mümkün olmayabilir. Ancak Dışişleri ve Pentagon'un acilen Türk-ABD ilişkilerindeki stratejik ortaklıkta bir kopuşun ABD çıkarlarına aykırı olduğunu gündem yapması gerekiyor. Tillerson ve Mattis'in Türkiye'nin bölgedeki öneminin farkında olduğu ve ilişkileri toparlamada yapıcı bir yerde durduğu söyleniyor.
İlişkilerde bir kopuşa değil, yeni bir sayfa açılmasına ihtiyaç var ise bunun yolu ABD'nin Obama döneminden kalan Ortadoğu (Suriye- Irak ve İran özelinde) politikasında revizyon yapmasından geçiyor. McGurk gibi Obama dönemi bürokratlarının mihmandarlığıyla Deaş sonrası Suriye ve Irak politikasını yönetmesi Trump yönetiminin kendi önceliklerine bile aykırı. Sözgelimi hem İran'ı çevrelemekten bahsedip hem Türkiye'yi Rusya ve İran ile çalışmaya itmek nasıl açıklanabilir?
Sözün özü, Trump ekibinin bir an önce Ortadoğu'daki gidişatı ve Türkiye ile müttefikliğin anlamını yeniden ele alması gerekiyor. İki lider arasındaki olumlu havayı dağıtacak yeni yol kazaları olmadan...
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.