Son günlerde Türkiye'yi sıkça eleştiren Alman Dışişleri Bakanı Gabriel, nihayet ağzındaki baklayı çıkardı. Bild gazetesine verdiği röportajda "Erdoğan'ın yönetimidevamettiği süreceTürkiye'nin aslaAB üyesi olamayacağını" söyledi.
Bu söylemini de "Erdoğan'ınAvrupa'nın temsilettiği değerlerdenhızla uzaklaştığı" iddiasına bağladı. Gabriel'in bu cümleleri bir süredir yürüttüğü Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtı kampanyanın son örneği.
Daha önce de, Türkiye'nin "yarısından fazlası demokratikgörüşlü. Erdoğan'a destekvermediler, Avrupa veAlmanya'ya bel bağlıyorlar" ve "Erdoğan, Almanya'dakiTürk dostlarımızı bir kültürsavaşına itmek istiyor" argümanlarını serdetmişti.
Erdoğan'a oy verenleri "anti-demokratik" ilan eden ve Batı'nın "demokratikleştirmemisyonunu" çağrıştıran oryantalist bir dil kullanmıştı.
***
Her şeyden önce Gabriel'in "popülist" bir siyasetçi olarak eylül seçimleri öncesinde oy kaygısıyla hezeyanlarda bulunduğunu söyleyebiliriz. Ve Türkiye'nin "İslami bir başkanlık diktasına" gittiği yönündeki benzer hezeyanlarla birlikte anabiliriz.
Ancak bu yaklaşımın bazı Alman ve Avrupalı siyasetçilerin yeni "Erdoğan politikasını" açık ettiğini de fark etmeliyiz. Brüksel'de bazı çevrelerin Almanya ve Avusturya seçimlerinden sonra çeşitli yollarla Türkiye'ye baskı uygulama seçeneğini öne çıkarmaya çalışacağını öngörmeliyiz.
Dahası, "Türk halkı iyiama Erdoğan'dan kurtulmasılazım" argümanını hem Batımedyasında hem de Türkiyeiçinde pazarlamaya çalışmalarınahazır olmalıyız. Böylesi bir kampanya,16 Nisan referandumu ilebaşlayan ve 2019 seçimlerindeErdoğan'ı seçtirmeme amacınıgüden bir sürecin parçası.
Önümüzdeki bir buçuk yılda "Erdoğan'ın Türkiye'ye yükolduğu" tezinin içte ve dışta koordineli ve yoğun bir şekilde dile getirileceği kanaatindeyim.
***
16 Nisan referandumundaki "Evet" oylarının yüzde 51 olmasından ümitlenen içerdeki Erdoğan muhalifleri Avrupa başkentlerine Türkiye'ye daha fazla baskıda bulunulmasını tavsiye etmekteler. CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun Alman turistlere "ülkenin güvenliolmadığını" söylemesi hatırlanmalı.
Yine Avrupa'daki FETÖ ve PKK lobilerinin ana gayesi de Erdoğan'dan kurtulmak için Türkiye'ye her türlü engellemenin yapılması. Beklenen şey, en iyimser tahminle, çıkarılacak bir ekonomik krizle Erdoğan'ın yüzde 50 artı 1 alamayarak iktidardan devrilmesi.
Bunun için Akşener'in partisi ile MHP seçmeninin "hayır" bloğunda toparlanması ve AK Parti'den "gidişat kötü" kampanyasıyla oy koparılması hedefleniyor.
***
Bu hesapların koordinasyonu sağlamak için de iki boyutlu bir söylem üretiliyor: Avrupa'da "Türkiye'yi ebediyen kaybediyoruz" endişesi büyütülüyor.
Ülke içinde ise "Erdoğan kazanırsamuhalefetin sonu gelecek"korkusu aşılanıyor. BöyleceTürk seçmenine "Erdoğanartık taşınamaz bir yük"mesajı verilmek isteniyor.
Bu hesabın tutması mümkün değil. Her şey bir yana Türkiye 2013 şartlarında değil. Son dört yılda yaşadığımız türbülans "Türkiye'nin ve Erdoğan'ınsaldırı altında olduğu" yönünde güçlü bir siyasi bilinç oluşturdu.
Hedefin Erdoğan değil Türkiye'nin aktörlüğü olduğu artık geniş kesimlerin malumu.
***
Yine de bahsettiğim hasmane yaklaşımın Avrupa başkentlerinin ortak politikasına dönmemesi için teyakkuz halinde olmalı. Öncelikle AK Parti'nin 2019 seçimlerinin Türkiye'nin "iç meselesi" olarak bırakılmayacağını bilmesi ve süreci buna göre yönetmesi gerekiyor.
Ve ivedilikle Avrupa'da Türkiye ile ekonomik-stratejik çıkarları olan çevrelerle entegre olan yeni bir kamu diplomasisi atağına geçilmeli.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.