16 Nisan halkoylamasına üç hafta kala taraflar bütün kozlarıyla sahada.
Avrupa medyasının ve siyasetçilerinin "hayır" lehine müdahalesiyle kampanyanın içeriği iyice siyasallaştı. Bildiğiniz gibi, CHP ve HDP halkoylamasının tek bir tema (Erdoğan karşıtlığı) etrafında şekillenmesini tercih etmedi.
Zira Erdoğan üzerindeki bir kutuplaşmanın evet cephesine yarayacağı düşünüldü.
15 Temmuz darbe girişimini bastıran bir lider olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden kutuplaştırmak doğrudan yenilgiyi kabul etmek olacaktı.
Ancak CHP-HDP bloğunun "Erdoğan karşıtlığı" açığını Avrupa medyası, siyasetçileri ve PKK'nın Avrupa gösterileri tamamlar hale geldi.
Avrupa başkentleri evet kampanyasını yasaklamakla kalmadı. "Erdoğan'ın diktatörlüğünehayır" çağrısı yapan dergiler, gazeteler, devlet televizyonları ve siyasetçiler öne çıktı. Ana tema "evet çıkarsa Türkiye'nin AB'ye üyeolamayacağı" yönünde.
Venedik Komisyonu'nun raporu ve Almanya Şansölyesi Merkel'in açıklamaları ile başlayan bu sürece her gün yeni medya atraksiyonları ve siyasetçi açıklamaları eşlik ediyor. Avrupa Parlamentosu (AP) Dış İlişkiler Komitesi Başkanı E. Brok, aynı argümanı tekrarladı. Alman Yeşiller Partisi Eş Başkanı C. Özdemir "korkmadanhayır deyin biz arkanızdayız" mesajı verdi.
Alman gazetesi Bild ise "Atatürk olsa hayırderdi" başlığını atarak kendince Türk seçmenlerindekiortak bir değer üzerinden "hayır" lehineçalışıyor. Halbuki Kurtuluş Savaşı, Sevr veAtatürk gibi "istiklal"e ve "beka"ya dair sembollerdaha ziyade evet cephesinin işine yarar.
Nitekim Erdoğan bunu bildiği için "AB'ye giremezsiniz" tehditlerine de üst perdeden cevap veriyor. Avrupalı liderlerin "faşist" argümanlara ve uygulamalara teslim olarak Avrupalı değerlere ihanet ettiğini söylüyor.
Hatta bir adım daha ileri gitti. Geçen cumartesi düzenlenen Türkiye- İngiltere Tatlıdil forumunda Türkiye'nin 16 Nisan sonrası yeni bir referandum ile AB müzakerelerine son vermeyi tartışabileceğini açıkladı. Bu açıklamalar hem Avrupa'nın hayır lehine kampanyasını etkisizleştiriyor hem de referandumun "istiklal" boyutuna dikkat çekiyor.
İçeride CHP ise, "tek adam" ve "rejimdeğişikliği" söyleminin altında cumhurbaşkanlığısisteminin özelliklerini madde madde ele alarakeleştirmeyi tercih ediyor. Bu eleştiriler basitleştirmegayretinden öte bilinçli bir çarpıtmayı içeriyor.
Önerilen sistemin "keyfi" olduğunu öne sürerken teknik olarak mümkün olmayacak iddialarda bulunuyor. Kılıçdaroğlu bu tür iddialarına her gün bir yenisini ekliyor. "Kararname ile şahıslarınmal varlığına el koyulabileceği, cumhurbaşkanınınisterse bütün il başkanlarınıcumhurbaşkanı yardımcısı yapabileceği" gibi afaki örnekler vererek. Kararnamenin temel ve siyasi haklara ilişkin düzenleme yapamayacağını ya da anayasanın 35. maddesinde mülkiyet hakkının ancak kanunla sınırlanabildiğini ihmal ederek. Ya da mevcut sistemde başbakanın yardımcı sayısına kendisinin karar verdiğini de gizleyerek.
Kılıçdaroğlu'nun kampanyasındaki iki unsur çok sıkıntılı: 1- Erdoğan'ın Avrupa'ya "bize saldıranterör örgütlerine destek verirseniz bu ileridesizi de vurur" uyarısını çarpıtması. "Sizde ülkenizde caddede rahat gezemezsiniz"cümlesini "ne demek bu? Ben el-Kaideve Işid'den sorumluyum mu demekistiyor?" yorumuyla karşılaması. Terörle mücadeledeBatı'nın Türkiye'yi yalnız bıraktığı ortadaykenkendi ülkesini "el-Kaide ve Deaş" ile birlikteanmak yıkıcı bir kampanya tercihi. 2- Kılıçdaroğlu'nun Suriyeli mültecileri halkoylaması gündemine dahil ediş şekli ise çok daha tehlikeli. Mültecilere misafirperverlik konusu Türkiye'nin insaniyetinin iftihar vesilesi olan ortak bir değer. "Evet çıkarsa 4 milyon Suriyeliyevatandaşlık verilecek" iddiası, "Suriyelilerinvergi vermediği, hastanede sıraya girmediği" söylemi bu topraklara "yabancı düşmanlığının" tohumlarını ekmektir vesselam.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.