Siyasi partilerimizin referandum kampanyaları, "istisnai" bir dönemde olduğumuz fikri üzerine oturuyor. 16 Nisan'ın Cumhuriyet tarihinin en önemli "karar anı" olduğunda evetçiler de hayırcılar da hemfikir.
Gerçi, her seçimde siyasetçilerin bize "olağanüstü bir tercihle" karşı karşıya olduğumuzu söylemesine alışığız. Yine de "cumhurbaşkanlığı sistemi" tartışmasının tonuna, argümanlarına baktığınızda "evet" ya da "hayır" demenin bu kadar kritik olduğu başka bir referandum hatırlayamazsınız.
Referandum süreçleri genellikle, zıt görüşe dayanan iki bloğun kararsızlar üzerindeki amansız rekabetine dayanır. Bu sebeple biz de her iki cenahın seçmenleri ikna etmek için dini temaları da kullanmasına şahit olduk. "Evetçilerin biatçı olduğu", "tek adamlığın İslam'da olmadığı" ve "başkanlığın hilafeti getirdiği" argümanlarında olduğu gibi. Ya da "hayır/şer" ikilemesi gibi.
Bu kullanımı sorunlu görenler mevcutsa da kanaatimce dinin siyasetteki yerinin "normalleşmesi" olarak değerlendirmek de mümkün. Yine de, referandum sürecinde dini dilin kullanımının sınırlı olması kaçınılmaz.
Zira hayırcı bloğun önde gelen temsilcisi CHP bu alanda İslami-muhafazakâr rakipleriyle yarışamayacağını iyi biliyor. Ve AK Parti kararsızlarını dini polemiklerle etkilemeye çalışırken "laikçi" oyların hevesini kaçırabilir. CHP'nin asıl hedeflediği şey TürkiyeCumhuriyeti'nin ortak değerlerini"hayırla" iç içe geçirmeye çalışan yenibir söylem kurmak. Cumhurbaşkanlığı sisteminegeçişi "demokrasinin ve cumhuriyetinelden gittiği bir rejim değişikliği" olarakresmetmek. CHP sözcüleri bu fikri temellendirebilmekiçin "ulusal egemenlik, cumhuriyet,Mustafa Kemal Atatürk ve Kurtuluş Savaşı"kavramlarını "Saray'daki tek adamın vesayetinin"karşısına koyan bir söylem üretiyor.
Bu tercihlerinde 15 Temmuz'u merkez alarak "evet" demeyi "milli irade" olarak sunan AK Parti-MHP bloğuna bir cevap verme kaygısı bulunuyor. "Hayır" demenin "vatanperverliğini ve milliliğini" vurgulamak için CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu ilk mitingine Amasya'dan başlıyor. Amasya Tamimi'nin Kurtuluş Savaşı'ndaki sembolik yerine atıfla... Ve ekliyor Kılıçdaroğlu: "Bu süreç Milli Kurtuluş Savaşı sürecinin ikinci adımıdır.
Benim sorumluğum var ama 80 milyonun tek tek sorumluluğu var. Kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz. Demokrasi mi istiyoruz, tek adam rejimi mi istiyoruz. Oylanan budur, gerisi lafügüzaftır." Türkiye siyasetinde"Kurtuluş Savaşı" beka sorununa işareteden en etkili ortak kavram kuşkusuz.
Emperyalistlere karşı bir milletin mücadelesinin ve dirilişinin adı. Ancak Kılıçdaroğlu'nun bu ortak kavramı AK Parti-MHP bloğuna karşı kullanması oldukça sorunlu.
Ters teperek kendisini vurabilir.
Bir kere, Kurtuluş Savaşı kime karşı veriliyor? Dış düşman kim; emperyal güçler hangileri? AK Parti'nin işaret ettiği "üst akıl mı?" Yoksa PKK, Deaş ve FETÖ gibi terör örgütlerine karşı mı mücadele veriliyor?
Bu sorulara AK Parti ve MHP daha kolay cevap verebilir. Hem de 15 Temmuz darbe girişimi zihinlerde bu kadar taze iken. "Üç terör örgütünü besleyenler" hissiyatı bu kadar güçlü haldeyken. Ve Suriye'nin kuzeyinde PKK- YPG tehdidi birinci öncelik olmuşken.
Eğer CHP'nin cevabı Cumhurbaşkanı Erdoğan'a işaretle "Saray'daki tek adam" ise; ki öyle görünüyor, bu argümanın onların elinde patlaması kaçınılmaz. Güya adını vermeden Erdoğan'ı yine kampanyalarının odağına koymuş oluyorlar. 11 kez sandıktan başarıylaçıkan ve her krizde milli iradeyesarılan İslami- muhafazakâr bir siyasetçiyikendisine karşı "kurtuluş savaşı"verilecek "vesayetçi" bir hedef olarakgöstermek beyhude bir çaba.
Dış düşmanı, ülkenin bekasına tehditleri, milletçe direnişi ve daha önemlisi kurtarıcı liderliği hatırlatan "kurtuluş savaşı" söylemi CHP'ye hayır getirmez.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.