15 Temmuz darbe girişimini akamete uğratan sivildemokratik ruh siyasetimizin kodlarını ve algılarımızı yeni baştan oluşturuyor.
Millet, vatan, istiklal ve demokrasi gibi kavramları Türkiye toplumu geleceğinin temel taşları olarak yeniden tanımlıyor. Kutuplaşmahislerinden uzaklaşarakuzlaşmakavramı üzerinetitremeye başladık.
Bu süreçte en fazla itibar kaybeden şeyin Batıcılık olduğunu söylemeliyim.
Batıcılık hiçbir zaman geniş toplumsal kesimlerin ülküsü olmadı. 1990'lar ve 2000'lerin ilkyarısında Avrupa Birliği üyeliğiciddi bir destek bulduysada bu desteğin ekonomikrasyoneltemelleri vardı.
Refah, kalkınma ve milletin iradesi güçlenecekti.
"Medeniyetini değiştirmek" ya da "Batı medeniyetinin parçası" olmak anlamında bir idealin, eski tabirle Garplılaşma hedefinin, halktan ziyade elitlerin derdi olduğunu biliyoruz.
Kimine göre III. Selim, kimine göre II. Mahmut döneminde başlayan Batılılaşmaya meta-stratejik bir tercih olarak elitler tarafından büyük önem atfedildi.
Yaklaşık iki yüzyıllık bu tercihin elitler yanındaki itibarı çok uzun süre zayıflamadı. İslamcılar, ulusalcılar vesolcular bu hedefi sorgulasada devlet yönetimi katındaBatıcılık hep geçer akçe idi.
Uluslararası sistemde ayakta kalmanın çaresi olarak görülen Batıcılık NATO içerisinde yer alarak ilk kritik adımı kazanmıştı.
Daha sonra ise aslında hedefine en fazla 2005 AB müzakereleri ile yaklaştı. Türkiye'nin Avrupa entegrasyonununparçası olmasıamacı, uzun bir macera daolsa, çalışıyordu.
2008'de Avrupa'nın ekonomik krize girmesi, Almanya ve Fransa'da Türkiye'yi istemeyen siyasetçilerin başa gelmesi bu süreci durdurdu.
Suriye krizi ile birlikte AB müzakereleri daha zorlu bir yola girdi.
Zira Avrupa varoluşsal bir göçmen ve İslam karşıtlığı sarmalına savruldu. Geri kabul anlaşması ileTürkiye-AB ilişkilerinin yenibir döneme girdiği düşünülürkenvize muafiyeti üzerindenciddi bir gerilim oluştu.
Türkiye ile ilişkileri Suriyeli göçmen akışının durdurulmasına endeksleyen AB liderleri vize muafiyeti konusunda ayak sürüyor.
Terör tanımının değiştirilmesini şart koşuyor. Son açıklamalarındahemCumhurbaşkanıErdoğan hem deDışişleri BakanıÇavuşoğlu gerikabul ve vize muafiyetianlaşmalarınıneş zamanlıuygulanmasınınvazgeçilemezolduğunu sıklıklavurguluyor.
Ekim ayına kadar bu konuda uzlaşılmazsa Türkiye-AB ilişkilerini bir fırtına bekliyor.
ABD ile ilişkilerde de FETÖ lideri Gülen'in iadesi ve PYD desteği ciddi bir gerginlik konusu.
Batılı siyasetçilerin ve medyasının 15 Temmuz darbe girişimine verilen tepki sınavında sınıfta kalması ise yepyeni bir olguyu besliyor.
O da Batıcılık fikrinin artık seküler elitler nezdinde savunulamaz hale gelmesi.
Batı medyasındaki Erdoğan aleyhtarlığının gittikçe Türkiye karşıtlığına dönüşmesi seküler elitler için de Batı'nın "anlı şanlı" değerlerine bağlılığı iddiasını (insan hakları, demokrasi, laiklik vs.) iyice gözden düşürüyor.
Türkiye söz konusu olunca rasyonel çıkarların değer iddialarını nasıl kenarda bıraktığı derinden fark ediliyor. Batı başkentlerinde bahsedilen"Erdoğan sorununun"aslında Türkiye'ninözgüveni ve Batı ile ilişkilerinmahiyetini değiştirmeçabasından duyulan rahatsızlıkolduğu anlaşılıyor. ABD'nin Türkiye eskibüyükelçisi J. Jeffrey'yleyapılan son mülakatBatı'daki Erdoğan kızgınlığınsebebinin "otoriterleşme"olmadığını ortayakoyuyor.
Jeffrey, Erdoğan'ın dost taklidi yapmak yerine, "ABD'nin çelişkilerini yüzüne vurma"yı tercih ettiğini ve bundan dolayı da Batı'da sevilmediğini söylüyor.
Batı başkentleri yeni bir dostluk tanımı yapmak zorunda.
Bana öyle geliyor ki bu gidişle Türkiye'de Batı'ya sempatiyle bakan Batıcı elit de kalmayacak.
Elbette FETÖ ve PKK yöneticilerinden başka.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.