AK Parti'yi iktidardan devirme isteği muhalefetin onulmaz, derin bir yarası. Kendisinden yoruldukları, bıktıkları ve nefret ettikleri AK Parti "hegemonyasından" bir türlü kurtulamıyorlar.
Ne Gezi kalkışması ve Kobani eylemleri gibi sokak hareketleri ile ne 17-25 Aralık girişimleri ile ve ne de demokratik seçimlerle istediklerini gerçekleştirebildiler.
7 Haziran-1 Kasım arasında neredeyse olacaktı. Ancak PKK'nın terörü başlatması ve MHP'nin HDP ile bir araya gelmeyeceğini netleştirmesi AK Parti muhaliflerinin Meclis siyasetinden beklentilerini de yıktı.
Muhalefetin demokratik siyasetin geleceğinden "umutsuzluğu" iki aşırı söyleme götürüyor. Birisi "kan dökülmesi" ve "iç savaş" uyarıları. HDP ve CHP bu söylemi seslendirmede ön alıyor. AK Parti'ye karşı biriken "öfkenin" Gezi kalkışmasından "daha fazlasını" getirebileceğini söyleyenler de bu safta.
Diğeri ise daha yeni bir savrulma. ABD ve Avrupa'da ırkçı, aşırı sağ siyasetin yükselmesinin de farkında olarak Türkiye'deki "otoriterleşmenin" aslında küresel bir olgu olduğunu düşünenlerin durumu. Ve bu farkındalıkla "ülkeyi terk mi etmeli?" sorusunu soranların hali. Yani başka bir ülkenin vatandaşlığını alarak bu ülkeyi terk etmeyi düşünmeye başlayan daha elit gruplar.
İlk söylem türü mücadeleyi ve şiddeti çağırırken aslında Gezi'den bu yana keskinleşen siyasal kutuplaşmanın faylarına kendisini hapsediyor. En aşırı versiyonlarını çoktan üretmiş olan sert söylemler elit grupların öfkesini yansıtsa da CHP ve HDP'nin tabanını bile elde tutamıyor.
Zira AK Parti, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderliği üzerinden sadece mevcut fay hatlarını yönetmiyor. Aynı zamanda terörle ve paralelle mücadele, kalkınma ve refahın dağıtılması üzerinden geniş kitleler için yeni ortak zeminler üretiyor.
Böylece Gezi'den bu yana muhalefetin yığdığı sermaye yeknesak bir bütün halinde kalamıyor. Birbirine ters düşen parçalara bölünüyor. Bu bölünmeyi gören elitler ise öfke ve umutsuzlukla karışık bir haleti ruhiye içinde yeni bir tepki üretiyorlar; terk etmeyi bir seçenek olarak tartışıyorlar.
Ancak bu yeni pozisyon yetişmiş az sayıda insan için imkân dahilinde. Kaldı ki Avrupa ve ABD'nin gidişatı da ırkçılık ve İslamofobi yönünde ise oralara göçmek de çözüm değil.AK Parti muhaliflerinin "umutsuzluktan" beslenen ancak "makul" görünümlü iki önerisi daha var. Birincisi, AK Parti'nin iktidarı paylaşmasına yönelik bir talep. Tunus Nahda lideri Gannuşi gibi "koalisyon psikolojisine" girmesi isteniyor. "Siyasal İslam" hedefini Gannuşi gibi bırak diyenler aslında "demokratik-İslamitaleplerin" kamusal alana kendi renklerini de vurmasını hiç kabullenemeyeceklerini anlatmış oluyorlar.
AK Parti iktidarında İslami ve seküler olanın kendine has melezlenmesini istemediklerini söylüyorlar. Ve bu yeni elitin Türkiye'yi yönetmesini hiç arzu etmediklerini...
İkinci "makul" görünümlü öneri ise muhalefetin kendi içine yönelik. O da AK Parti "hegemonyasını" devirmek için "milli iradeye" sarılmak. Yani, AK Parti karşıtı güçleri "demokrasi için birlik" cephesinde toplamak.
"Yeni bir güç merkezi" yaratmak için "bir kurultay" toplamak. Tıpkı Kurtuluş Savaşı'nı gerçekleştiren "1919 Amasyagenelgesi" ruhu gibi. Bu öneri "KurtuluşSavaşı" psikolojisinin AK Parti tarafından daha iyi kullanılabileceğini gözden kaçırıyor. Bilmem her seçimden başarı ile çıkan bir partinin milli iradeyi seferber etmekte zayıf kalacağını ne düşündürüyor?
Sözün özü, AK Parti'ye muhalif bütün öneriler Türkiye'de "olağanüstühal" yaşandığı tezinden hareket ediyor. Halbuki "olağanüstülük" muhalefetten ziyade AK Parti'nin gücünü pekiştiriyor. Muhalefet için bu sarmalın içinden çıkmak hiç de kolay değil.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.