Ülke ve millet olarak hassas konularda şerbetliyizdir. Yani, bağışıklığımız güçlüdür. Ama bu durum, toplumun sinir uçlarına basan hadiseler nedeniyle müteyakkız olmamıza engel değildir.
Dilerseniz, birkaç haftaya sığan ve arka arkaya gelen,
"bu kadarı da tesadüf olamaz" çağrışımı yaptıran bazı olayları hatırlayalım...
CHP Milletvekili
Tuncay Özkan'ın, -saikı ne olursa olsun- doğrudan Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan'ı hedef alan hakaretamiz beyanı.
TİP'li
Ahmet Şık'ın, Meclis kürsüsünden açıkça AK Parti Grubu'na yönelen provokatif ve edep dışı sözleri. (Kürsüden ayrılmakta iken yaşanan hadise ise kabul edilebilirlik sınırında görülmemeli)
Sokak röportajı keyfiyeti içinde Cumhurbaşkanı'na, AK Parti'ye, seçmenine karşı kullanılan ahlak ve insaf dışı sözler. Sözün sahibinin tutuklanması, tahliyesi üzerine CHP Genel Başkanı tarafından ödüllendirilircesine parti protokolünde başköşeye oturtulması.
Bir tarafta Cumhurbaşkanı'na, öbür tarafta Atatürk'e saldıran, hatta küfür eden 5. Kol faaliyetinin aparatları.
30 Ağustos Hutbesinde
Atatürk'e yer verilmediği gerekçesiyle gerilmek istenen ortam. Ancak Külliye'deki 30 Ağustos programında Diyanet İşleri Başkanı'nın Atatürk ve silah arkadaşlarına rahmet okuyan duasının teğet geçilmesi.
30 Ağustos'ta Gaziantep'te bir meydana
İsmail Haniye afişi asılması ve indirilip yerine Atatürk posteri konulması.
Ve son olarak Kara Harp Okulu'ndaki diploma töreni sonrasında genç teğmenlerin alternatif yemin olarak algılanan hareketleri ve 'Mustafa Kemal'in Askerleriyiz' sloganı üzerinden yeniden kamplaşma gerekçesi üretilmesi vb.
***
Bu noktada belli teşhis ve tespitleri paylaşmadan önce, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, 30 Ağustos gecesi Külliye'deki konuşmasının bir bölümüne özellikle dikkati çekmek istiyorum:
"... Tek yapmamız gereken iç cephemizi sağlam tutmaktır. Milletlerin hayatında ekonomik sıkıntılar olur. Siyasette tansiyon, zaman zaman yükselebilir. Toplum kesimleri arasında anlaşmazlık yaşanabilir. Rekabet, sosyal, siyasal ve ekonomik hayatın olmazsa olmazıdır. 85 milyonun her konuda aynı fikirde olmasını beklemek gerçekçi değildir, doğru da değildir.
Ne gelip geçici ekonomik zorlukların ne günlük siyasetteki tartışmaların ne de bölgemizde çıkan gerilimlerin hiçbiri bize kalıcı zarar veremez. Millet ve devlet olarak bunların hepsine bir şekilde çözüm buluruz ama iç kalemizde bir gedik açılırsa, orada bir kan kaybı yaşanırsa, bunu toparlamak maliyetli ve meşakkatli olacaktır. Böyle bir durumda hepimiz kaybederiz!..
Biz, sahte ve gereksiz tartışmalarla birbirimizi örselemek yerine, şu anda burada bulunduğumuz gibi hep beraber ülkemizi büyütmeye, güçlendirmeye odaklanalım. Rabbim, 85 milyonun birlik ve beraberliğini artırsın!"
Bazılarına klasik veya alışılmış gibi gelebilecek bu anlatımın, devlet adamı tecrübesi yanında güncel ve olası riskleri önden gören bir ferasetin eseri olduğuna kuşku yok.
Kanımca...
Bir süredir siyasi zeminde geliştirilmeye çalışılan ve toplumun farklı katmanlarına da pozitif yansıdığı görülen diyalog (veya normalleşme) süreci baltalanmak isteniyor. Böylece,
"karşı mahalle" algısı pekiştiriliyor. Yumrukların bir kez daha sıkılması, tokalaşmadan uzaklaşılması hedefleniyor. Birbirinden kuşku duyan, -maalesef- nefret duygusu ile malûl olan insanların var olduğu toplumlar, günü geldiğinde sosyal medya operasyonlarına tabi tutulup, siyaseten sevk ve idare edilebilir! Sonrası mı? Allah muhafaza!
"Ne çıkarsa bahtınıza" misali belirsizlik ve macera!