Yeni bir şey söylemiyor. 14 ve 28 Mayıs seçimlerinin sonuçlarını hakiki manada ve kamuoyu önünde yorumlamaktan, özeleştiride bulunmaktan kaçınıyor.
"Ben, Parti Meclisi'ne ve MYK'ya hesap veririm" diye meselelerin üstünü örtmeye çabalıyor. Muhalefeti paramparça görmediğini savunuyor.
İttifak ortaklarının imzalarını henüz geri çekmediği varsayımına yaslanıyor. 25.5 milyon oy aldığını, bu seçmen kitlesini kendisinin bir araya getirdiğini ima ediyor. Kaybetmediğini ama kazanamadığını ileri sürmekle yetiniyor. Sandığın kararını, siyasi laf kalabalığı içinde geçiştiriyor. İYİ Parti Genel Başkanı
Meral Akşener'e yönelik olumsuz bir dil kullanmamaya özen gösteriyor. Önünde sonunda yolların yine kesişeceğini öngörüyor. İstanbul ve Ankara'da dominant (baskın) partinin CHP olduğunu belirtip bu iki büyükşehirle birlikte Mersin, Adana ve Antalya'da da belediye başkanlıklarını pazarlık konusu yapmayacağını öne sürüyor, el yükseltiyor.
CHP deyince...
Öncelikle şu
"üç iktidar modelini" hatırlamak gerekiyor.
1- Parti içi iktidar: Ki bu güç gösterisi
Kemal Kılıçdaroğlu'nun tıpkı selefleri gibi genel merkezdeki ağırlığını koruması, delegeleri şekillendirmesi ve partililere biat etmekten başka yol bırakmaması esasına dayanıyor. Açık seçim yenilgilerine rağmen Kemal Bey'in koltuğunu bırakmaması,
değişim veya dönüşüm diye ortaya çıkanların ise yerleşik nizama boyun eğmesi güncel durumu gayet iyi özetliyor.
2- Yerel iktidar: CHP'li belediye başkanları ile belediye meclisi üyelerini belirleme, bu yolla dağıtılacak kadroları ve rantı idare etme kudreti. CHP'ye umut bağlayan ama yıllardır hayal kırıklığı yaşayan kitleler için dün olduğu gibi bugün de
eldeki belediyelerin etrafındaki pastaya ortak olmak büyük önem taşıyor. Haliyle genel başkan da bu beklentileri ustaca yönetip şahsi iktidarına tahvil edebiliyor.
3- CHP+Ordu= İktidar: Merkezi yönetimde iktidar olmamakla birlikte vesayet odakları üzerinden ülkede muktedir olmayı önceleyen bu siyaset ekolü, Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan ve AK Parti'nin 22 yıllık mücadelesi ile şükür ki gündemden kalktı. Ama maalesef CHP zihniyetinde bir biçimde yaşatılmakta. Halk Partisi'nin halihazırda derinleşen siyasi bunalımının özünde de hak etmediği, ancak ortaklık tesis ettiği iktidar alanının giderek daralması yatmakta!
***
Gelinen aşamada...
Kemal Kılıçdaroğlu'nun kurultayı garantiye almak için sarf ettiği enerjiyi ülkenin geleceği için sarf etmemesi, değişimin önünü tıkaması, muhalefet seçmeninde
"duygusal kopuşu" artırıyor. CHP'nin, kale olarak nitelendirdiği merkezlere ve konjonktüre odaklı, il ve ilçe bazlı işbirliği hesaplarına karşın seçmen tabanı giderek tırmanan
"siyasal yabancılaşma" yaşıyor. Ya yine kaybedeceği hissi ile sıcak siyasetten ve vaatlerden uzaklaşıyor ya da partisine ve kemikleşmiş adaylara duyduğu tepkiyi, alternatif ve kendisine en yakın gördüğü parti üzerinden ifade etmenin yollarını arıyor.
Ve son bir not...
2015 seçimleri ile birlikte CHP'nin başlattığı
"siyasal popülizm" bugün de siyasal sorumluların en büyük meselesini oluşturmayı sürdürüyor!