"14 de yetmez, 28 olsun hatta şöyle 56 gün tam bir kapanalım da bu iş bitsin" şeklindeki "nihai çözüm" önerileriyle gündem olan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu boş durmuyor.
Son olarak, "kentin çeşitli noktalarındaki ışıkları takip edin" diyerek bir kampanya başlattı. İBB TV'ye konuşan bir "yurttaş", bu proje kapsamındaki ışıklı şeffaf kabinlerden birinin önünde şunları söylüyordu:
- Fotoğraf çekinilebilir. İçinde düşünülebilir. İnsanları aslında düşünmeye sevk ediyor yani.
Dün sosyal medyada adı bile kondu:
"Düşekabin."
Işıklı projenin kendini göstereceği akşam saatlerinde sokağa çıkma yasağı var ama yine de şehri renklendirdiği için kendisine teşekkür ederiz.
Bir de ricam olacak. Acaba o düşekabinlerden bir ikisini pandemi günlerinde iş çıkışı saatlerinde bile tıklım tıklım olan metrobüs duraklarına da koyamazlar mı? Madem yoğun saatlerde noktaları rahatlatmak için ek sefer koyamıyorlar, bari bunu koysunlar.
Vatandaş içine girip "İki yılda her şeyin ne kadar güzel olduğunu" düşünme fırsatı bulabilir.
***
Zafer Mutlu mu?
Genç okurlarımız "Zafer kim ki, ne bilelim mutlu mu mutsuz mu" diye soruyorlardır.
Bir ara medyadaydı. Hep, daha sonradan istisnasız arasının bozulacağı patronların yakınında durdu.
Aydın Doğan'ın Yayın Holding'inin yönetim kuruluna giren de oydu. Turgay Ciner zamanı SABAH'ta, 60 kişi kopartıp başka gazete kurmaya kalkacak kadar güçlenen de başkası değildi.
Hatta bir ara hisselerinin bir kısımını onun üzerine yapan Dinç Bilgin kendisinden "Brütüs" diye bahsediyor. 28 Şubat'ta darbecilerle kurulan iğrenç ilişkilerden tutun da bankacılık işine girmesine kadar başına bela olan ne varsa Mutlu ile ilişkilendiriyor.
İlişkilerinin ve de sonlarının Ecevit ile namı diğer "nankör kedi" Hüsamettin Özkan gibi olduğunu söylüyor.
Yine hatırlamayan varsa sorunu kendinde aramasın. Zira Zafer Bey tüm bunları yaparken yüzünü gizlemeyi çok iyi başardı.
Şimdi de haftalık bir gazete çıkartacakmış. Egzoz gazına boğulmuş otobanlardaki dinlenme tesislerinden ilhamla olsa gerek adını da "oksijen" koymuş. Sıkıcılaşan, tek tipleşen basında okura taze soluk olacakmış.
Evet, yine siyasetle ilgilenmeyecekmiş, gazetecilik yapacakmış.
Dön baba dönelim 90'lara gidelim.
***
Kadından adam olmaz mı?
Direndim. Arada Engin Ardıç'ın "erkek bilim insanı" denemelerine sığındım. Ama sonunda modaya teslim olup "bilim adamı" yerine "bilim insanı" demeye başladım.
Ya da ben öyle sanıyormuşum demeliyim. Çünkü çoktan kural olmuş bile. Geçtiğimiz çarşamba gazetede yazımı okurken bu gerçeği fark ettim. Zira yazarken kullandığım "bilim adamı" otomatikman "bilim insanı" diye çevrilmişti.
Oysa adamdan bahsediyorum, bildiğiniz âdem. Yani insanoğlu.
Sözlükler, mesleki kullanımında adamı "Bir alanı benimseyen kimse" olarak tanımlıyorlar. Cinsiyet kastetmiyor.
"Birinin yararlandığı, kullandığı kimse" anlamına da geliyor. "Onların adamı" diyeceğinize "onların insanı" ya daha fenası "onların kadını" dediğinizi düşünebiliyor musunuz?
Yeni dünya düzeninin dayattığı 50-60 yıllık politik doğruculuk kalıplarının yereli bile tektipleştirdiği bir ortamda müsaadenizle kavramlarla kurduğum ilişkiyi kendim belirlemek istiyorum. İzninizle, "Bilim adamı" denilince kadın mı erkek mi diye düşünmeden, bilimini merak etmek istiyorum.
***
Bir de Bil'in adamları var tabii...
Pandemi sürecinde bilim adamlarının ticaretin yanı sıra siyasete de girmeleri, bilgisayar virüslerinden sonra şimdi koronavirüsle hayatımızın ortasına yerleşen Bill Gates'e atfen, "Bil'in adamları" yakıştırmalarına neden oluyor.
Bu konulardaki cesur eleştirileriyle tanınan ve Prof.Dr. Ahmet Rasim Küçük usta da geçenlerde Twitter'da yakınıyordu:
"Beni bilim adamı sananlara sesleniyorum: Ben bir doktor ve profesör unvanlı emekli bir öğretim üyesiyim. Ben bir bilim adamı değilim."