Yerel seçim sonrası iç siyasetin gündeminde, siyasette değişim, sivil anayasa, Gezi ve Kobani davaları, Ankara Emniyeti'nde siyasete kurulan kumpas gibi birçok mesele var ama en öne çıkanı ve sonucu en çok merak edileni "siyasette yumuşama ve normalleşme"
Uzun zamandır bu iki kavram siyasetin gündeminde yoktu. Sonunda halk hatırlattı ve siyasi aktörler de daha ilk günden buna uygun adımlar atmaya başladı.
Süreç önce Başkan Erdoğan'ın sandıktan verilen mesajı alması ve "siyasette yumuşamaya" dikkat çekmesiyle başladı. İkinci adım "Cumhurbaşkanıyla görüşürüm" diyen CHP Genel Başkanı Özgür Özel'den geldi. İlki ne kadar şaşırtmadıysa ikincisi de o kadar birilerinin ezberini bozdu. Öyle bozdu ki günlerdir kimi "Hangi normalleşme?" diye soruyor, kimi "İpler Erdoğan'ın elinde" diye kaygıyla uyarıyor, kimi de "muhalefete tuzak" kuruluyor diye korkutuyor.
Bu kızgınlığın nedenini de anlamış değilim. Herhalde anormallikten beslenenler var. Zaten son yıllara damgasını vuran "anormal" siyasi ilişkilerin kurgusunu da bizzat bu siyasi akıl yaptı. Esas aktörü de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'ydu... Son 10 yılı satırbaşlarıyla hatırlayalım.
CHP işe, 17-25 Aralık yargı darbesine ve o darbeyi yapan iç işgal kuvveti FETÖ'yle 2014 yerel seçimlerinde ittifak yaparak başladı. CHP Milletvekili Birgül Ayman Güler bunu defalarca anlattı. CHP'li siyasi aktörler de o dönemde FETÖ'cülerin yaptığı bütün operasyonlara sahip çıktı. HDP'ye destek verip PKK'nın siyasetteki etkinliğinin önünü açtı.
Bırakın ABD eksenli küresel kuşatmayı, ekonomik operasyonları, "Libya'da ne işimiz var" deyip seküler darbeci Hafter'i destekleyen, Karabağ'ın kurtarılmasına karşı çıkan da CHP'ydi.
O günlerin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu çıktığı her yurt dışı gezisinde "Türkiye'de can ve mal güvenliği yok" diyerek ülkeyi şikayet ediyor, yetinmiyor yüzde 50'nin üstünde oy alan siyasi iktidarı gayrimeşru ilan ediyordu.
Yeni anayasa yaptırmamayı, Suriye tezkeresine karşı çıkmayı, pandemi ve depremdeki negatif rolü, kurumlara karşı yürütülen "tahrip siyaseti"ni saymıyorum bile.
Bunların hiçbiri "normal" siyaset değildi. Aslında bir kaset operasyonuyla CHP'nin başına gelen Kemal Kılıçdaroğlu'nun başından itibaren "anormal" bir siyaset tarzı izledi. Bunun bedelini de hiçbir seçimi kazanmayarak ödedi.
Bu gerçeği en çarpıcı biçimde halefi Özgür Özel gösterdi. Özel, son bir ayda, Kılıçdaroğlu 13 yılda yaptıklarının tam tersini yaptı. Sadece şu iki açıklaması bile kimin normal, kimin anormal olduğunu göstermeye yetiyor.
Kılıçdaroğlu; "Diktatörle görüşmem..."
Özel; "Cumhurbaşkanı Erdoğan'la görüşürüm"
Kılıçdaroğlu: "Sarayla müzakere değil, mücadele edilir"
Özel; "Müzakere de mücadele de edilir..."
Belki de en önemlisi Özel'in dış politikayla ilgili söyledikleriydi:
"Biz Türkiye'de ana muhalefet partisiyiz ama biz yurtdışında olduğumuzda Türkiye'nin partisiyiz. Türkiye'nin güçlü bir dış politikası için yurtdışında iktidarmuhalefet ayırımı olmaz."
Sizce anormal olan hangisi?
***
DEMİRTAŞ MAHKÛM MU "TUTSAK" MI?
Siyasette belli ölçüler içinde kutuplaşma olur ve siyasi rekabetin bir parçası olarak kullanılır. Ancak Türkiye'nin son döneminde olanlar klasik kutuplaşmanın çok ötesine geçti. Hatta yer yer "düşmanlaştırma" siyasetine dönüştü. Bunun öncüsü de ülkesini dışarıya şikayet eden Kılıçdaroğlu'ydu. Şimdi bu özelliğine çok vahim bir yaklaşım daha ekledi. Umarım Özel bu çizgiye savrulmaz. Kobani davasıyla ilgili mahkumiyet kararları açıklanınca tepkiler de gelmeye başladı. Gerçi süreç henüz bitmiş değil ama çok sert eleştirenler oldu. Onların içinde biri var ki, eleştiri demeye bin şahit ister.
Kim dersiniz?
Tabii ki geçmişin o anormal siyaset dilini hatırlatan Kılıçdaroğlu... Kılıçdaroğlu, Demirtaş'ı "demokrasi ve barış savunucusu" ilan etmekle yetinmiyor ve şöyle diyordu:
"Sayın Demirtaş, içerisinde AKP rejimiyle anlaşmalı bazı partililerinin de olduğu bir irade tarafından, yalan ve iftiralar manzumesiyle, 'dokunulmazlığın kaldırılması' maskesiyle tutsak edilmiştir."
Dikkatinizi çekmiştir, Demirtaş'ın "AKP rejimiyle anlaşmalı bazı partililerinin de olduğu bir irade tarafından" yani DEM'lilerin katkısıyla mahkum edildiğini, pardon mahkum değil "tutsak" edildiğini söylüyor. Yani CHP'nin genel başkanlığını yapan bir siyasetçi PKK'lıların jargonuyla Demirtaş'a "tutsak" diyor.
Fazla söze gerek yok, siyaseti kimin anormalleştirdiği açık değil mi?
Halkın "normalleşin" mesajını aldığını söyleyen CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in bu çıkışa ne diyeceğini merak ediyorum.
Acaba normalleşmeyi önce CHP içinde ve çevresinde başlatsa daha iyi olmaz mı?
***
EPDK VE ENERJİ LİSANSI
Geçen hafta bu köşede enerji açısından çok çarpıcı bir veriyi paylaştım. Şu an Türkiye'de kaç kişiye verildiğini bilmiyorum ama çok sayıda iş adamı toplam 83 bin megavatlık enerji lisansını elinde tutuyor. Acaba aralarında "çantacı" da var mı?
Devlet, sanıyorum büyük oranda rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerji üretimi için bu insanlara lisans vermiş. Ama hiçbiri yatırım yapmıyor. Neden acaba?
Verilen lisansların 35 bin megavatlık kısmının depolama yetkisine de sahip olduğu söyleniyor.
Sadece bu kadarının yatırıma dönüşmesinin ne anlama geldiğini izah edeyim; Türkiye'nin ilk nükleer enerji santrali Akkuyu'da yılda 4800 Megavat enerji üretilecek.
Bu da Türkiye'nin yıllık enerji ihtiyacının yüzde 10'nu karşılıyor.
35 bin Megavat enerji üretimi Akkuyu'nun 8 katı üretim demek. Bu enerji ithalatına yılda ödenen 70 milyar dolar civarında borçtan kurtulmak demek.
Bana iletilen bu rakamlar mı yanlış yoksa bu işlerin takibinde mi bir sorun var bilmiyorum.
Ama en azından EPDK yönetiminin bir cevabı var sanıyorum. Merakla bekliyorum...