Başkan Erdoğan'ın Hamas'ın siyasi lideri İsmail Haniye'yi İstanbul'da ağırlamasını sadece bölge ülkeleri değil dünyanın 5'ten büyük güç merkezleri de dikkatle izledi.
Ortada Siyonist katliamların durdurulamadığı, savaşın bölgeye yayılmak istendiği gibi çok vahim bir durum var ve hiçbir küresel güç bu gidişatı durdurmak için harekete geçmiyor. Hatta tam aksine başını ABD'nin çektiği Batı Bloku her koşulda İsrail'i destekliyor. Öyle ki, İsrail'in İran'ın Suriye'deki konsolosluğuna yaptığı açık saldırıyı bile bu ülkeler kınamadı.
İşte tam bu noktada Türkiye bir süredir altyapısını oluşturduğu yeni ve önemli bir rol üstlendi. İlk sinyal, Başkan Erdoğan'ın ezber bozan bir çıkışıyla Hamas'ı Filistin'in Kuvay-ı Milliye'si olarak nitelemesiyle geldi. Bu siyasi tavrın arka planında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın Katar'da sürdürdüğü görüşmeler vardı ve o görüşmelerdeki ipucunu da önceki gün sevgili Burhanettin Duran hoca Sabah'ta yazdı:
"Görüşme sonrası Fidan, '1967 sınırlarına uygun iki devletli çözüm sonrasında' Hamas'ın 'askeri kanadını lağvedeceğini' açıkladı."
Bu ipucu aslında bölgeyi ateş çemberine çevirmek üzerine kurgulanan Siyonist "oyun teorisi"ni tersine çevirebilecek siyasi bir hamle. Bir anlamda Türkiye kaos ve savaş üreten değil, çözüm üreten bir "oyun teorisi" kuruyor. Çünkü bugüne kadar Filistinlilerin karşısında savaşla durdurulamayan ve savaştan beslenen bir Siyonist iktidar ve ABD Blok'u var. Ama arkalarında ilk kez dünya kamuoyunun desteği yok. Oysa Filistinlilerin var. Anladığım kadarıyla Türkiye'nin amacı, bölgeyi savaşa sürükleyen İsrail ve ABD'yi durdurmak için "Tek Filistin" formülünü harekete geçirip, dünyanın da ciddi destek verdiği, "iki devletli" yapıyı zorlamak.
Başkan Erdoğan'la İstanbul'da görüşen İsmail Haniye'nin söyledikleri de bu doğrultuda:
"Hamas, Gazze'nin idaresinde tek söz sahibi olma konusunda ısrarcı değil ama biz Filistin halkının bir parçasıyız ve ortaklık temelinde ulusal birlik hükümeti kurabilir ve Gazze'nin yönetimi konusunda anlaşabiliriz"
Haniye'nin bu yaklaşımıyla Hamas'tan daha önce yapılan; "askeri kanadı lağvederiz" açıklaması bir arada düşünülünce, yeni bir dönemin kapısı aralanacak gibi görünüyor.
Türkiye uzun zamandır, Hamas ve El Fetih grupları arasındaki anlaşmazlığın sonlanması için ciddi uğraş veriyor. Bu iki yapının "uzlaşı hükümeti" formülüyle uluslararası toplumun önüne çıkması sadece İsrail'deki siyasi dengeleri değiştirmeyecek, aynı zamanda bölgeye ilişkin karanlık hesapları da bozacak.
Eminim bu hamleye dünya kamuoyu ve halkları da ciddi destek verecek. Tıpkı 30 yıl boyunca küresel güçlerin çözmediği Karabağ meselesi gibi. Mısır ve Katar'ın da devrede olduğu düşünülürse Türkiye, dün sahada askeri teknolojisiyle Karabağ'ın özgürleşmesinin önünü açtığı gibi bugün de "siyasi masa"da diplomatik gücüyle Gazze'nin özgürleşmesinin önünü açabilir.
***
ÖZGÜR ÖZEL'İN DEM'LE SINAVI
CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in genel başkanlık yolculuğu İmamoğlu gölgesiyle başlasa da yerel seçimlerdeki başarı ve sonrasındaki siyaset dili çok şey değiştirecek gibi görünüyor. Dün de yazdım, Özel'in Başkan Erdoğan'la ilişkiye bakışı, erken seçim meselesine yaklaşımı, yerelde hizmeti teşvik etmesi klasik CHP'li aktörlerle kıyaslanmayacak kadar farklı ve pozitif.
Geçmişte kutuplaşmayı körükleyen çıkışları hatırlayınca bu yaklaşımlar insana iyi geliyor. Siyaset adına bu kadarı bile insanı umutlandırıyor.
Bunu devam ettirir mi göreceğiz. Ama önünde bu pozitif söylemini bile zehirleyebilecek çok temel bir sorunu var; CHP'nin DEM Parti'yle kurduğu ilişki. Seçim sonuçlarının getirdiği "zafer" havası nedeniyle CHP'liler henüz DEM Partililerin gerçek yüzleriyle yüzleşmiş değiller.
Seçim öncesi birkaç kez ve ısrarla yazdım; DEM Parti bölgede gösterdiği adaylarının çoğunu bilerek "problem" çıkarmaları için aday yaptı. Özellikle İstanbul'da CHP'ye yönelmelerinin ve oy vermelerinin esas nedeni de bu gerilimi oraya da taşımak.
Bunun ilk yansımaları son birkaç gündür görülmeye başladı. Mardin'de İstiklal Marşı'nın okunmaması, bir başka yerde Atatürk ve Başkan Erdoğan'a yönelik saldırılar...
Görünen o ki bütün bunlar yapacaklarının en hafifleri... Önceki gün belediye başkanlarıyla buluşan Özel, DEM Partilileri "Kürt demokratları" diye niteleyerek şöyle diyordu:
"Bu ülkede bizimle birlikte yaşayan, dedeleri bizimle birlikte Çanakkale'de koyun koyuna yatan, bu ülkeye, kurucusuna, bu ülkenin birliği ve bütünlüğüne saygılı Kürt demokratların emeği vardır. Kim ki milli takımla birlikte gol atınca ayağa kalkar, kim ki filenin sultanları ağlarken ağlar, kim ki bu ülkeyi ülke yapan temel değerleri şurasında hisseder, işte o hissin adı Türkiye ittifakıdır."
Doğrusu şaşırmamak elde değil. CHP Genel Başkanı Özel'e göre CHP'ye oy veren büyük oranda da DEM Partililerin; "ülkenin kurucusu Atatürk'e ve ülkenin birliğine" saygılı olduğunu söylüyor. Doğrusu merak ediyorum; Diyarbakır'da, Mardin'de Atatürk'e ve Cumhurbaşkanına hakaret eden, İstiklal Marşı okumayanlar da DEM Partililer değil mi?
Özel buna ne cevap verir göreceğiz ama o yapıyı iyi bilen yazar Orhan Miroğlu'nun, uyarısı ders niteliğinde:
"Sur'da ve başka yerlerde belediye binasına daha adım atar atmaz Mustafa Kemal'e ve Cumhurbaşkanımıza hakaretle; bayrak ve İstiklal Marşı'nın süslediği vaka ve haberlerle gündeme gelmek, DEM'de hiç bir şeyin değişmediğini, yönetmek için asgari düzeyde de olsa yeni bir siyasi kültür geliştirmekten uzak durduklarını, bunun yerine 'kendi kendini kriminalize' eden bir anlayışın sürdüğünü, kazandıkları belediyeleri Aynel Arab (Kobani) ve Kamışlı nasıl yönetiliyorsa öyle yönetebileceklerine inanmaya devam ettiklerini açıkça gösteriyor.
İşe Atatürk'e hakaretle başladıklarına göre belli CHP'yle geliştirilen 'Şehir İttifakı'nın sonuçlarına fazlaca güvendiklerini ama bu güveni fazla zorlarsa, olup biten bu hadiselerin, ittifak yaptıkları partiyi bumerang gibi bir gün gelip vurabileceğini de hem 'üç liderli CHP'nin' hem de kendi içlerindeki 'tecrübeli siyasetçilerin' düşünmesinde fayda var!"
Diyalektikte "zıtların birliği" diye bir şey var ama bu kadarını iktidar olmayan CHP bile taşıyamaz.