Eskiden Türkiye'de piyasa hareketlensin diye alışveriş teşvik edilir, hatta kampanyalar düzenlenirdi. Bugünse yüksek enflasyona paralel dizginlenemeyen fahiş fiyat artışları nedeniyle toplum bırakın alışverişi, kafe ve restoranlara bile gitmeme kararında.
Çünkü ortada fiyat artışına yol açacak olağanüstü bir gelişme olmadığı hâlde her gün fiyatların değişmesi insanları çileden çıkardı.
Marketlerdeki gibi kafe ve restoranlarda da sürekli fiyatlar değişiyor.
Bir vatandaş sosyal medyada şöyle diyor: "Öyle saçma fiyatlar var ki; 1 tas mercimek çorbası 200 TL, 1 bardak çay 30 TL, 1 fincan kahve 100 TL, olamaz. Denetim şart, yemeğe boykot şart."
İşin belki de en vahim tarafı, fiyat artışı yapanların aynı zamanda devleti de vergi açısından kandırıyor olmaları. Gıdaya yüzde 1 KDV oranı konulduğu için vergi dairesine müşterinin sadece "ekmek yediği" fiş kesiliyor.
Konu hükümetin de gündeminde ki önceki gün Başkan Erdoğan şöyle diyordu:
"Fahiş fiyat uygulamalarına dair çok yakın vadede ciddi yaptırımlar gelecek."
O yaptırımların ne olacağını da Ticaret Bakanı Ömer Bolat açıkladı... Bakan Bolat, cezaların artırılacağına dair bir yasanın Meclis'e sunulduğunu söyledi. Buna göre bu yılın başında alt sınır 50 bin TL olan ceza miktarı 80 bin TL'ye, üst sınır ise 500 bin TL'den 800 bin TL'ye çıkarılacak.
Bu cezalar caydırıcı olacak mı doğrusu emin değilim ama geçmişle kıyaslandığında yeni bir şans var; sivil toplumda bu cezalara paralel ciddi bir tepki yükseliyor. Bu hafta sonu Türkiye'de ilk kez fahiş fiyat artışlarına karşı sivil toplum, kafe ve restoranlara karşı büyük bir boykot kampanyası başlatıyor.
Ne kadar etkili olur bilinmez ama sosyal medyadan seslenen Barış Ülgen'in dediği gibi bu boykot bir işaret fişeği olabilir:
"Bu hafta sonu dışarıdan su bile içmeyeceğim. Karınca misali yangını söndüremezsek bile en azından tarafımız belli olsun."
***
VERGİ ADALETSİZLİĞİ
Yerel seçim bitti, AK Parti iktidarının önünde altın değerinde bir 4 yıl var. Kuşkusuz bu 4 yıl da çok rahat geçmeyecek. En önemlisi yukarımızda ve aşağımızda savaş tehlikesi gibi bütün dengeleri sarsabilecek ihtimallerin olması. Bunun ne getireceğini göreceğiz ama içeride acil çözüm bekleyen en önemli sorun ise ekonomi... Seçim sonuçları da bunu çok açık gösterdi; seçmen deprem riskinden çok canını yakan ekonomiyi ve hayat pahalılığını önceledi.
Anlaşılan bu nedenle hükümet de önceliği ekonomiye verecek. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, mevcut ekonomi programının kararlılıkla uygulanacağını söylüyor:
"Orta Vadeli Program'da sıkı para, maliye ve gelirler politikası ile yapısal dönüşüm var. Dijital ve yeşil dönüşüm var. Yatırım ortamını iyileştirecek yüzlerce eylem var. Programımızın temeli sağlamdır. Temel siyasi istikrardır. Cumhurbaşkanımız programı sahiplenmiştir."
Bu sistem kararlı uygulansa da toplumda oluşan vergi adaletsizliği konusu hiç değişmiyor. Açıkçası ortada şöyle bir durum var: Zenginden az, çalışandan çok vergi alınıyor. Paradan para kazananlara ise hiç dokunulmuyor. Dolaylı değil doğrudan vergi payının artırılması gerekiyor. Bir kerelik bile olsa zenginlerden ciddi vergi alınması gerekiyor. Bu tablo değişmediği sürece de gelir dağılımı adaletsizliği değişmeyecek ve toplumu isyan noktasına getiren fahiş fiyat artışları da bitmeyecek.