Seçim bitti ama muhalefette gerilim ve tartışma bitmedi. Bu da doğaldı; çünkü muhalefet tarihi bir yenilgi yaşadı. ABD ve AB'nin kılavuzluğu bir yana, o yenilginin mimarı da başta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve yanına "kazandıracak" diye iliştirilen iki belediye başkanıydı.
Ama henüz hiçbiri yenilgiyi üstlenip samimi bir özeleştiri yapmadı.
Daha ilginci, derin bir yenilginin sorumluları değillermiş gibi Kılıçdaroğlu ile İmamoğlu "koltuk" savaşına tutuştu.
İlk adımı da davası nedeniyle korku yaşayan ve siyasi bir vizyon ortaya koyamayan İmamoğlu attı. Önce "Değişmeyen tek şey değişimdir" diye gürledi, sonra da otel odalarında MYK'ya kendi adamlarını sokma pazarlığı yaptı.
Tabii ki bu hamleyi son 13 yılda CHP'nin deve dişi gibi aktörlerini etkisiz elemana çeviren Kılıçdaroğlu yutmadı ve oyunu bozmak için hemen harekete geçti. İmamoğlu'nun MYK'ya sokmak istediği Gökhan Zeybek ve Özgür Karabat'ı listeye almadı. Yönetebileceği listeye aldıkları ya kendisine çok bağlı isimlerdi ya da delegede karşılığı olmayan "silik" veya Eren Erdem gibi "sorunlu" siyasi aktörlerdi.
Kılıçdaroğlu bu garabet tabloyu bile şöyle sundu:
"Toplum yenilenme istiyordu, biz de bunu yaptık."
CHP tarihinde az görülen bu garip operasyonu siyaseten anlamlandırmak zor. Bu nedenle herkes şu sorunun cevabını aradı: "Kılıçdaroğlu ne yapmak istiyor?"
İki şey yapıyor. Birincisi hem parti kadrolarını hem de her yenilgi sonrası travma yaşayan ama her şeye rağmen gidip "tıpış tıpış" oy veren ve sorgulamayan CHP sosyolojisini tanıdığı için ne yapsa itiraz gelmeyeceğini biliyor. Bu yüzden rahat...
İkincisi de CHP'de kendisinin özel bir misyon yüklendiğine inanıyor. Partiyi başka birine, hele Karadenizli birine teslim etmek istemiyor. Müthiş bir çevre baskısı var.
Bu vurdumduymazlığı, İmamoğlu'na destek veren ve sık sık Kılıçdaroğlu yönetimini eleştiren gazeteci Soner Yalçın şuna bağladı:
"CHP'yi salt etnisiteye, ırka-mezhebe- hemşeriye dayanan bir 'derneğe' dönüştürdü."
Bu tespit, Kılıçdaroğlu'nun seçim sürecinde kimsenin anlam veremediği ve izlenme rekorları kıran, "Ben Alevi'yim" açıklamasıyla birlikte düşünüldüğünde CHP'de direnmesinin nedeni daha iyi anlaşılıyor. Buna, "Seçim devşirme oylarla kazanıldı" iddiasını ve Meclis'te ayağa kalkmamasını da ekleyin.
Bu hesabın sadece CHP'yi koruma kaygısına dayanmadığı, tam aksine içinde geleceğe dair kirli bir hesabın olduğu da çok açık... Bir ayağında da ABD'nin çok istediği CHP-HDP ilişkisinin sürdürülmesi var.
Anlayacağınız, Kılıçdaroğlu uzun zamandır izlediği "tahrip siyasetini" devam ettirmekte kararlı.
***
İMAMOĞLU NEYİ SAVUNUYOR?
Gelelim CHP içindeki kurultay kavgasına...
Aslında bu kavgada iki tarafın da birbirinden farkı yok. İmamoğlu'na yakın gazeteci Soner Yalçın, "Kılıçdaroğlu antiemperyalist değil, sol değil, Altı Ok'tan utanıyor ve milli askeri stratejisi yok" diye yazmış. Buna HDP'yle yakınlığı da ekleyin. Peki, İmamoğlu bu konularda ne düşünüyor, bilen var mı?
Var tabii... Emperyalist mahfillere selam yolladığını, büyükelçilerle gizli gizli görüştüğünü, millici olmadığını ve siyaset-terör ilişkisi konusunda daha tavizkâr olduğunu herkes biliyor.
Mesele siyaset değil, koltuk kavgası... Oraya gelince de Kılıçdaroğlu'nun CHP'de kendisine yakın en az 800 "Alevi" delegesi olduğu biliniyor. Bu delegeler siyaset normal mecrasında aksa tavır değiştirebilir ama iş siyaset mühendisliği, para ve fondaş medya baskısıyla adam devirmeye gelince işin rengi değişiyor.
İmamoğlu'na tepkinin arkasında böyle bir gerçek var. Süreci yakından izleyen bir CHP'li şöyle diyor:
"Hiç heveslenmesin, Kılıçdaroğlu'nu yedirmeyiz, müteahhit lobisiyle CHP'ye genel başkan olunmaz."
Gördüğünüz gibi Batı yakasında yeni bir şey yok.