Yüzyılı geride bırakan Türkiye, ikinci yüzyılında nasıl bir siyasi yolculuk yapacağına, bağımsız bir siyaset izleyip izlemeyeceğine karar vereceği bir seçime gidiyor. 14 Mayıs 2023 bu nedenle tarihi bir seçim olacak...
Bu satırları yazarken, bir yandan da
A Haber'in 710 milyar metreküplük Karadeniz doğalgazının karaya yani Filyos'a ulaşmasıyla ilgili canlı yayınını izliyorum.
Müthiş bir çabayla harika bir iş yapıldığını görmek, ülke adına gurur verici. İşin teknik boyutu, devasa gemiler, deniz seviyesinin 2 bin metre altından gaz çıkarma teknolojisi, onun boru hatlarıyla karaya ulaştırılması göz kamaştırıyor.
Hepsi güzel ve anlamlı... Ama bu iş sadece Karadeniz'de şu kadar metreküp doğalgaz bulmaktan ve ona sahip olmaktan ibaret değil.
Mesele bu buluşları ve Türkiye'nin enerji arayışlarını anlamlı kılan
"siyasi irade"ye yani ülkenin ekonomik ve siyasi bağımsızlığını önceleyen iradeye sahip olmaktan geçiyor.
Başkan Erdoğan ve Cumhur İttifakı'nı,
Kemal Kılıçdaroğlu ve Altılı Masa'dan ayıran en temel özellik de burada ortaya çıkıyor.
AK Parti'nin bütün kuşatmalara rağmen son 20 yılda attığı adımlara bakın, ulaşım altyapısından enerjiye, madencilikten tarıma her alanda
"milli bir siyaset stratejisi" devreye sokuldu. Bu alanda
Berat Albayrak döneminde atılan adımların bugün ne anlama geldiği çok daha iyi anlaşılıyor.
Milli Enerji ve Maden Stratejisi'nin bir gereği olarak enerji
alanında dışa bağımlı olmamak için
900'ü aşkın baraj yapıldı, güneş ve
rüzgâr santralleri alanında da ciddi
adımlar atıldı. Türkiye bugün dünyanın
en önemli güneş paneli fabrikasına
sahip bir ülke... En kritiği ise nükleer
enerji santrali sahibi olması...
Akkuyu Nükleer Enerji Santrali bu açıdan
Türkiye'nin 70 yıllık hayaliydi ve
o da gerçekleşti. Başta Fransa olmak
üzere birçok AB ülkesi nükleer santrale
sahipken Türkiye'nin sahip olmaması
için içeriden ve dışarıdan her türlü
engelleme yapıldı.
Karadeniz doğalgazı ve enerji alanında atılan adımlar, Türkiye'nin bağımsızlığıyla bire bir ilişkiliyken, içerideki siyasi aktörlerin bunu görmemesini, hatta küçümsemesini siyasi rekabetle açıklamak mümkün değil. Bunun üzerinde durmak ve unutturmamak gerekiyor.
Onlardan sadece biri, CHP Genel Sekreteri
Selin Sayek Böke, bakın Karadeniz doğalgazıyla ilgili ne diyor:
"Varsa o kaynak, Türkiye'ye kalkınma getirir mi sorusunun cevabı hayır olduğu için endişeliyim. Böylesi yatırımların faydası, ekonomik olarak halka yansımayacak."
Bırakın bu çabanın bağımsızlıkla ilişkisini,
"ekonomiye katkısı bile olmayacak" diyor. Açıkça
"çıkarmayalım" demeye getiriyor...
Tıpkı Marshall yardımı döneminde ABD'lilerin,
"Uçak üretmeniz pahalı olur, biz size ucuza veririz" dediği gibi... Sanki o gün uçak fabrikalarını kapatan İsmet Paşa'nın CHP'si hortlamış gibi karşımızda. Bugünün CHP'si de yerli ve milli otomobili Togg'a da, TCG Anadolu gemisine de, Baykar'ın ürettiği İHA ve SİHA'lara da karşı çıkıyor.
Ortağı
Ali Babacan, "Dokunacağız" diyor,
Kılıçdaroğlu ise hayali 300 milyar dolar getireceği
varsayılan yabancı sermayeye kucak
açarken, yerli sermayeyi risk görüyor:
"Sadece özel sektöre verirseniz bu da Türkiye için büyük risk."
Halk bunları tek tek
"not" ediyor ve sandığa gittiğinde kendi
"notunu" verecek. O notun kimlerde hayal kırıklığı yaratacağını öngörmek hiç zor değil.
***
Ramazan Bayramı'nızı kutluyor, bayramın ülkemize ve insanlığa huzur getirmesini diliyorum.