Başkan Erdoğan, önceki gün Diyarbakır'da PKK teröründen en çok canı yanan anaların ağırlıkta olduğu kalabalığa seslenirken, "çözümsüreci"ni hatırlatıp şöyle diyordu: "Biz ret, inkâr, asimilasyon politikalarınıortadan kaldırıp hak veözgürlük eksenli bir yaklaşımla asırlıkmeselelerin çözümüne yöneldik.Peki, bunlar, yani terörden beslenenler,terörü destekleyenler, terörüaçıkça telin etmekten korkanlar, sırtınısize değil de PKK'ya, terör örgütünedayayanlar ne yaptı?"
Bu sorunun cevabı bana Kürtlerin yaşadığı acıların en önemli tanığı yazar Orhan Miroğlu'nun son kitabı "Mağdurların Coğrafyasında"yı hatırlattı. Miroğlu kitabında, bir zamanlar "mağrurların" yaşadığı coğrafyamızın, son yüzyılda sömürgeciler tarafından nasıl "Mağdurların Coğrafyası"na dönüştürüldüğünün hikâyesini anlatıyor.
O hikâye, Dr. Nurcan ÖzkaplanYurdakul'un "Osmanlı DevletGeleneği İnşasında Silah ve KalemArkadaşı Olarak Millet-i Hakimeİçinde Türkler ve Kürtler" başlıklı yazısındakişu tarihi saptamasıyla başlıyor: "Kitabın ismi MağdurlarınCoğrafyasında. Her şeyden önce bucoğrafyadaki halkların vaktiyle mağrurve mamur olduğunu hatırlatıyor.Müştereken oluşmuş bu mağrurrolün meşruiyet zemini ise olgunhaline Osmanlı devlet geleneğiyleulaşmıştır, ta ki sömürgeci devletleraşımıza, ekmeğimize göz koyanakadar..."
Sömürgeciler, 20'nci yüzyılın başından itibaren içinde yaşadığımız bu coğrafyaya huzur vermedi. Yazar Miroğlu, sözü buradan alıyor ve bölgede yaşanan derin yıkımları, acıları bütün yönleriyle anlatıyor: "Arka bahçemizdeki coğrafyadaparamparça edilmiş; yakın birzamanda katliamlara uğramış, ülkeleridarmadağın olmuş, yüzyıl sonrabu coğrafyada yaşanan büyük göçleritekrar yaşamaya mahkûm ve mağduredilmiş bu halklar kimlerdir?"
Araplar, Türkler, Kürtler, Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler ve farklı dinlere sahip azınlıklar. Sömürgeciler ve onların desteğindeki diktatörlerin demir pençeleri altında inleyen bu halklara, şimdi vekâlet savaşının aparatı, terörde sınır tanımayan jakoben örgütler musallat olmuş durumda. Başkan Erdoğan'ın 2005 yılında Diyarbakır'da "Baldıran zehri içerim" diyerek başlattığı "açılım veyaçözüm süreçleri" işte bu kuşatılmışlığa bir cevaptı.
Bu da sadece Türkiye'de yaşayan Kürtlere veya farklı kesimlere değil, yakın coğrafyamızda yaşayan bütün halklara umut veriyordu.
Ancak 21. yüzyılın bu en önemli barış projesini hayata geçirmek mümkün olmadı. Miroğlu, o sürecin kimleri rahatsız ettiğini şöyle anlatıyordu: "Mesut Barzani ve döneminBaşbakanı Erdoğan Diyarbakır'dabuluştuğunda, Batı medyası şu türdenmanşetler atmıştı: OsmanlılarOrta Doğu'ya geri dönüyor. Bu manşetleraslında Çözüm Süreci'ninneden akamete uğradığının da basitbir izahıdır."
Garip olansa bu sürecin muhatabı olduğunu söyleyenler de Batılılara destek verdi: "Çok geçmeden SelahattinDemirtaş ve arkadaşlarının 'ÇözümKobani'den, Rojava'dan geçer.Kobani özgür olmazsa Türkiye'deçözüm olmaz' demeye başladığınıduyduk."
Miroğlu'nun bu teslimiyetçi yaklaşıma cevabı sertti: "Türkiye şartlarında bir siyasiiktidarın; kendi istikbali pahasınagöze aldığı sayısız risklere rağmen,süreci boşa çıkarmak için muhatapkabul edilenler, Avrupa merkezlerindenyayılan korkuların ve derintarihsel mesajlar ifade eden birtakımsiyasi açıklamaların tutsağı gibi davranmışlardır."
Kitabı bitirince şunu fark ettim: Bölgemizle ilgili çok ayrıntı var ve çok insanla konuşulmuş. Kürt meselesiyle ilgili siyaset üretmek isteyenlerin mutlaka okuması gerekiyor. Özellikle de son dönemde CHP'ye akıl vermeye çalışan ve çözüm süreci tecrübesini görmezden gelen "sol" aydınların.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.