Hayatta herkesin başına gelmiştir, istemediğimiz bir şey olur, biri bizi kırar, hayal kırıklığı yaşarız. İlk anda içimize işleyen bu kırgınlık, zamanla bir taş gibi kalbimize oturur. Öyle anlar olur ki, bu taşın ağırlığı altında ezildiğimizi hissederiz. Ama o taşın orada durması gerektiğine de bir şekilde inanırız. Sanki o kırgınlık bizi güçlü kılacakmış gibi, onu orada tutarız.
Ama gerçekten öyle mi?
Bağışlamak, çoğu zaman zayıflık olarak algılanır. "Affedersem, haksızlığı kabul etmiş olurum," diye düşünürüz. Oysa ki, affetmek büyük bir güç ister. Çünkü bağışlamak demek, o taşın ağırlığından kurtulmak demek. Kırgınlıkla geçen günlerin yerine huzuru koymak, öfkenin yerini anlayışla doldurmak demek...
Hayatın kısa olduğunu, zamanın hızla akıp gittiğini fark ettiğimizde, geride bıraktığımız anların ne kadar değerli olduğunu da anlıyoruz. O anlarda, içimizdeki taşlardan kurtulmanın, ruhumuza yük olan kırgınlıkları serbest bırakmanın bizi ne kadar hafiflettiğini görüyoruz. Belki de bağışlamak, kendimize verdiğimiz en büyük armağanlardan biri.
İnsan affetmeyi başardığında, sadece karşısındakini değil, aslında en çok kendini özgür bırakır. Yıllarca sırtımızda taşıdığımız o yükten kurtulmak, özgürlüğün ta kendisi. Affetmekle, geçmişin üzerimizdeki etkilerini siler ve kendimize yeniden başlama şansı tanırız.
Kırgınlıklar, zamanla içimizi kemiren birer zehre dönüşür. O zehrin panzehiri ise bağışlamak. Kalbimizi özgürleştirmek, ruhumuzu dinlendirmek ve geleceğe daha hafif bir adımla yürüyebilmek için bağışlamanın gücüne sarılmalıyız.
Bağışlamanın zor olduğunu biliyorum, ama zor olan şeyler genellikle en çok değeri hak edenler. Bunu hatırlamak, affetmeye giden ilk adım. Belki de hayat, sadece o ilk adımı atmamızı bekliyordur…