Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, Türkiye'nin Balkanlar başta olmak üzere Afrika ve Ortadoğu'daki gücünün artmasıyla paralel olarak gerildi. Diğer tüm referanslar teferruattır ve neticede Avrupa'nın artık Türkiye'ye "havuç-sopa" stratejisini uyguladığı günlerin geride kalmasıyla alakalıdır.
15 Temmuz darbe girişimi sadece içeriyi değil, ülkenin dış politikasını da dönüştüren bir etkiye vesile oldu. Darbe girişiminin üzerinden 1.5 ay geçmemişti ki TSK, sınırındaki DEAŞ tehdidini bertaraf etmeküzere Suriye'ye girdi. Fırat KalkanıOperasyonu'nu, yine sınırımızdaki YPG tehdidini bertaraf etmeküzere başlatılan Barış Pınarı ve Zeytin Dalı operasyonları izledi. En sert tepki Avrupa'dan geldi.
Türkiye, Suriye sınırını güvenceye aldıktan sonra önce Libya iledeniz yetki alanı mutabakatı imzaladı. Sonra da Libya'da BM tarafından tanınan meşru hükümetin davetiyle Libya'ya asker gönderdi. Sonuç olarak da Fransa, Mısır, Yunanistan veBAE'nin desteklediği Hafter güçleriyenilgiye uğradı. Fransa donanmasını yollayıp güç gösterisine giriştiyse de işe yaramadı. En son geçtiğimiz günlerde Fransa, Libya'daki Büyükelçiliği'ni tekrar açtı ve Yunanistan Başbakanı, Libya Başbakanı ile görüşmeye gitti.
Fransa'nın öncülüğünde bazı ülkeler, Türkiye'yi yalnızlaştırmak için diğer AB ülkelerine baskı yapsa da Almanyave İspanya başta olmak üzere diğer Avrupa ülkelerini ikna edemeyerek başarıya ulaşamadılar. Şu anda Avrupa'nın üyelik kapılarını Türkiye'ye tamamen kapattıkları ve sadece "şartlıbir ortaklık" önerdikleri süreçteyiz. Öne sürdükleri şartlar ise başta Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki varlık mücadelesinden taviz vermesini talep etmeleri başta olmak üzere oldukça maksimalist ve uzlaşmaya kapalı görünüyor. Buna rağmen ilişkilerdekigerilimi artırmak için Batı basınıve siyaseti hiçbir fırsatı kaçırmıyor.
Son olarak AB Konseyi ve Komisyonu başkanlarının Ankara ziyaretlerindeki görüntüler gündem oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kabulünde AB Konseyi Başkanı Charles Michel'i yanına, Komisyon Başkanı Ursulavon der Leyen'i de karşısına, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'yla karşılıklı oturtmasını "koltuk-gate" diye adlandırıp büyük bir kriz olarak lanse ettiler. Mesela New York Times haberi, "Türkiye'yiiki başkan ziyaret etti. Sadeceerkeğe koltuk teklif edildi" diye verirken, Alman DW de bunun "cinsiyetçi" bir hareket olduğunu iddia etti.
Oysaki protokol kurallarına göre bu durumda bir yanlışlık yoktu; AB Konseyi Başkanı, AB'nin tepe yöneticisi olarak "devlet başkanı" statüsündedir. Komisyon Başkanı ise protokolde 4. sırada gelir. Üstelik Külliye'den yapılan açıklamaya göre, protokol ayarlamalarınıBaşkan Erdoğan'ın ekibiile Michel'in ekibi birlikte yapmışlar. Yani AB Konseyi Başkanı'nın ekibi, AB Komisyonu Başkanı için ayrı bir oturma seçeneği öngörmemiş. Fakat Avrupa basınına bakarsanız, Erdoğan'ın Avrupa'yı rezil etmeye çalıştığından, bu protokol ayarlamasının Erdoğan'ın "kadın düşmanı" olduğuna kadar saçma sapanlıkta birbiriyle yarışan "analizler" okuyabilirsiniz.
Kısaca şunu söyleyelim: Türkiye- AB ilişkilerinin böyle yapay krizlere ihtiyacı yok. "Koltuk" meselesinden öte uzlaştırılması zor farklılıklarımız var ve bir yere gitmiyorlar.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.