Uzun bir yazın son günleri gibi...
Güneş tatlı, havada sabah serinliği...
Ayağım gaz pedalında ama direksiyona hâkim olamıyorum.
Fakat bir dakika!
Yön bu değildi; yol bu değildi, yolculuk nereye?
***
Bir başka şehre gidiverme isteği tamam da...
İstanbul insanın yakasını bırakmıyor öyle kolay kolay.
Ne trafiğinden kurtulabiliyorsun, ne de sınırlarından...
Neyse ki, arabanın müzikçaları zihnimi dağıtıyor, otoyol sıkıntısı azalıyor.
Sonra bir mola yerinde durup sosyal medyaya şu notu düşüyorum:
"Markete diye çıkmıştım, çocukluğuma doğru gidiyorum."
***
Doğru bu sözler...
Hiç hesapta yoktu çünkü.
Ancak buradaki
"çocukluk" ifadesi problemli.
Çünkü çocukluğum deyince, benim için
Moda'dır,
Mühürdar'dır.
Anlayacağınız, neredeyse
psikanalitik bir yolculuk seçmiştim.
Doğrudan
6 yaşımdan öncesine...
Köklere...
Yani dosdoğru Bursa'ya...
***
Hani insan yaşlandıkça ağır ağır çocuklaşır derler ya, ondan mı bilmem, içimde hep
bir Bursa hasreti var son zamanlarda.
Bir de
güzel hatıralar güncel yaralara merhem olamadığında...
Yolum birden Bursa'ya çıksın istiyorum.
Tam olarak yaşadığımdan emin olamadığım kederler diye bir şey varmış, tanıdım.
Sanki sürekli Leyla'ya aşkını itiraf ediyor da, reddedilip Mecnun'a çevriliyormuş gibi...
Sanki akrabalarını onlar henüz yaşarken kaybetmişsin gibi...
Sanki gelecek zaman çoktan gelip geçmiş gibi, yok bir şey artık önünde...
Öyle duygular bastırınca, bir bakıyorum Osmangazi Köprüsü'ndeyim...
***
Her seferinde gittiğim yerlere gitmedim bu kez.
Üftade Hazretleri'ne uğramadım.
Muradiye Külliyesi'ne de...
Bursa deyince yeme içmesiz olmuyordu.
Zennup 1844, Tarihi Bursa Kebapçısı, Kayhan Çarşısı'nda pideli köfteciler...
Durup bir fırından tahanlı bile almadım, düşünün.
Karnım acıkmadı. (Bursa'da bayağı çileci bir haldir ki bu, pek ender rastlanır!)
Sadece çarşıları dolaşmak istedi canım.
Tuz çarşısı, eski sahaflar, havlucular, Kayhan çarşısı ve diğerleri..
Yürüdüm, yürüdüm...
Ve sonra arabaya atlayıp geri döndüm.
İçimde garip ve yalnız bir huzurla...
***
Şimdi bunları niye size de anlattım bilmiyorum.
Ama şunu biliyorum;
insanın kendisini anlaması bir tesellidir.
Yol böyle bir şey işte!
Bu teselliden sonrasına gelince...
Dünyayı ve asrı anlama vaktidir, yani bir duadır...