İLKOKUL çocuklarına "Dünya üzerindeki güçler kim?" diye sorsak eminim birkaç odak sayacaklardır.
ABD, İngiltere- AVRUPA-Rusya-Çin gibi... İçinden geçtiğimiz zaman diliminde küresel ekonomik göstergeler değişmekte. Bu siyasi değişimi de getirecektir.
Peki bunu kim yapıyordu?
Sebepler mi sonuçları hazırlıyor, yoksa bu sonuca ulaşmak için birileri tarafından sebepler mi meydana getirilmekteydi?
Buraya döneceğiz ancak önce Blinken'a gidelim..
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Rusya'nın Ukrayna'yı işgaline karşı çıkan uluslararası bloğu, Çin'e karşı daha geniş bir koalisyon haline dönüştürmeye liderlik etmeyi hedeflediklerini söyledi.
ABD'nin, Çin'i küresel düzene karşı daha ciddi ve uzun vadeli bir tehdit olarak gördüğünü de inkar etmedi!
ABD'nin DERİN DEHLİZLERİNDEN olan George Washington Üniversitesi'nde konuşan Blinken, "ABD, Rusya ve Vladimir Putin'in Ukrayna'daki savaşını uluslararası istikrara karşı en şiddetli ve acil tehdit olarak görse de Çin'in daha büyük bir tehlike oluşturduğunu biliyor. Çin'in hem uluslararası düzeni yeniden şekillendirme niyetine hem de bunu yapacak ekonomik, diplomatik, askeri ve teknolojik güce sahip tek ülke olduğunun farkındayız..." dedi.
Yani RUSYA önemli değil asıl rakip ÇİN. Bu nedenle Pekin'e karşı çok daha büyük koalisyon içindeyiz demeye çalıştı...
Doğru! Defalarca yazdığım gibi RUSYA gerçek anlamda ne askeri ne siyasi, ne ekonomik olarak ABD'nin rakibi olamazdı. Değildi de. Sahnede kavga edip arkada birlikte halay çekiyorlardı!
Başa dönelim...
ABD kendi ekonomik dengesi gereği yani en büyük cari açığın sahibi olarak hala hazırda büyük bir güçken SONUÇLARI değiştirmek istedi. Bunun için sahaya indi. Bunu anlatacak kitaplar dolusu yazı yazılabilirdi. Asıl rakip ÇİN'di. Ve Çin'i bir yerden başlayıp kontrol altına almak gerekiyordu. ABD bunu Pekin'den, Tokyo'dan, Delhi'den, Sidney'den değil de MOSKOVA'dan başlattı.
STRATEJİK olarak en doğru silahı kullanıyordu.
AVRUPA, ABD'nin baskısıyla İKİNCİ BÜYÜK SAVAŞ'tan bu yana nefes alamıyordu.
Özellikle ALMANYA DERİN DEVLETİ AVRUPA'yı peşine takıp ÇİN ile yeni bir hikaye yazmak istedi. Çok akıllıcaydı.
Hem ABD'den hem ezeli rakibi İNGİLTERE'den koparak KÜRESEL GÜÇ olacaktı.
DENİZLERDE olamadığı için ORTADOĞU'da enerjiye yakın bulunamadığı için ÇİN'i öne itti. Daha doğrusu kendine çekti! AVRUPA ile birlikte...
Burada 17-25 ARALIK operasyonları yaşanırken, Çin 2013'te BİR KUŞAK BİR YOL projesini ilan ediyordu.
Nerede? Daha geçtiğimiz ay RUSYA'nın askeriyle gelerek KALKIŞMAYI bastırdığı KAZAKİSTAN'da.
AVRUPA, Türkiye'de siyasi yapıyı ele geçirdiği vakit Portekiz'den Japonya'ya kadar uzanan eksen BERLİN'den sorulacaktı. Stratejik olarak büyük bir düşünce büyük bir hamleydi. Yıllardır da üzerinde çalışılıyordu. İlmik ilmik örüyorlardı. Çin'e ilk yeşil ışık İTALYA tarafından yakıldı.
İPEK YOLU için imza atan G-7'nin ilk üyesiydi. Sonra CİNPİNG AVRUPA'ya geldi.
Macron'la Merkel'le Avrupa Komisyonu Başkanı Jean- Claude Juncker'la çok özel görüşmeler yaptı. Macron zaten AVRUPA ORDUSU fikri ile ABD'den kopuş istediğini gizlemiyordu.
Bu söylemin arkasında ALMANYA vardı!
İTALYA'nın attığı imza ABD'yi atağa kaldıran hamleydi.
Washington adeta ROMA'nın üzerine kabus gibi çöktü.
Koalisyonları dağıttı. İstediği isimlerin önünü açtı.
Mario Draghi BAŞBAKAN oldu. İtalya'yı 2019'da imza attığı YENİ İPEK YOLU'ndan ayırdı. ABD baskı kuruyor, İTALYA Çin'e yatırımı azaltıyordu. Draghi de ülkesindeki stratejik yatırımları koruyordu. Çinli şirket Shenzen Investment Holdings, Milan merkezli çip üreticisi LPE'nin yüzde 70 hissesini almak için anlaşmasına rağmen takoz koyuyordu! Ekonomi Bakanı Giancarlo Giorgetti'nin imza atmakta zorlanmadığı ortadaydı. Sadece 2020'de 400 Çinli şirket stratejik alanlarda 760 İtalyan şirketine yatırım yapıyordu.
Avrupa BATI'dan, ÇİN de DOĞU'dan gelerek yeni KÜRESEL SİSTEMİ kuracaklardı. Haliyle burada en büyük zararı ABD görecekti.
Washington da bunun üzerine harekete geçti. Putin'i yani eski dostunu sahneye itti.
UKRAYNA da RUSYA da hem AB hem ÇİN için son derece önemliydi. Merkel ENERJİ KARDEŞLİĞİ ile Moskova'yı yanında tutacağını düşünüyordu.
ABD baskısı ters sonuç verdi.
Önce ORTA ASYA karıştı.
Kazakistan sarsıldı. Sonra hem AVRUPA'nın hem ÇİN'in buğday ambarı olan UKRAYNA RUS İŞGALİ ile yerle bir oldu. Çin'in UKRAYNA ilişkisi RUSYA ile ilişkisinden önce ve derindi.
EN hassas noktadan baskı kuruluyor, AB ile ÇİN zayıf yerlerinden darbe alıyordu.
1970'lerde 80'lerde dünyanın en fakir ülkelerinden olan ÇİN, ABD'nin yatırımları ile DEV oluyordu.
DIŞ YATIRIM ÇİN'İN SİHRİYDİ. AVRUPA bunu gördü. Ve o pazara girdi.
ABD'nin ayağının altındaki halı çekiliyordu. Ancak Japonya'da olduğu gibi ÇİN'de de akıl ABD'ye aitti. Kendisini yutacak bir deve izin verecek kadar saf olamazlardı. Bir hamle, bir kıvılcım gerekiyordu. Bu da RUSYA'nın UKRAYNA'ya girmesiydi. NATO'da 30 ülke vardı. Kremlin Finlandiya ve İsveç'e ses çıkarmazken, neden UKRAYNA'ya itiraz ediyordu?
Şaka gibi değil mi!
Yani ABD sonuçlarını hesap ettiği NEDENLERİ meydana getiriyordu! Rusya işgali buydu.
Bana sorarsanız Türkiye'nin Finlandiya ve İsveç'e itirazı da buydu. Hatta CHP liderinin gündeme getirdiği son iddiasıyla ABD'ye uzanması da aynı frekansta değerlendirilmesi gereken bir adımdı. Türkiye'nin AVRUPA'da olması gerektiğini savunanlar, bir şekilde geliyordu gelecekti. UKRAYNA'nın RUS etkisiyle saf dışı olması Paris-Berlin ekseninin Pekin'e uzanmasını engelliyordu.
Artık tek seçenek TÜRKİYE kalmıştı! NEDEN-SONUÇ dengesine bakıldığında TÜRKİYE'de siyasetin tansiyon yapması kaçınılmazdı.
THE ECONOMİST ÇİN'in yavaşladığını kapak yapıyordu!
Rusya nedeniyle ilişkiler hasar alınca bu doğaldı. Hesap edilen de buydu zaten.
Hem AVRUPA BİRLİĞİ'nin hem de ÇİN'in hissedeceği sarsıntıların buraya siyasi rüzgar olarak gelmesi hiç sürpriz değildi. Bu fırtına geçtikten sonra hem yeni ekonomik sistem, hem de yeni siyasi yapı kurulacaktı. Türkiye odaktı. Sonucun değişmesine itirazı olanlar BAŞKAN ERDOĞAN'a yüklenecekti.
AVRUPA yani... AVRUPA'yı tercih edenler yani... Mesele bu... Çekişme de bu...