TARTIŞMALARIMIZ, özellikle SİYASİ atışmalarımız gerçeğin dışında yürüyor.
Günlük hayat akışında pek çok unsuru gözden kaçırıyoruz.
Gerçekte olan ile OLDUĞUNU SANDIĞIMIZ, birbirine karışmakta...
Öyle çok örnek var ki...
Yakın dönemdeki kavgayı, sürtünmeyi, mücadeleyi doğru pencereden okuyamazsak yine yanılırız.
2013'te Mehmet Barlas verdiği bir röportajda çok şeyi anlatıyordu. Ders gibiydi...
"Türkiye'nin Müslüman bir ülke olduğunu unutmamak lazım.
Erdoğan'dan önce ülkeyi, ordunun başını çektiği laik, aydın azınlık yönetti.
Erdoğan sistemi değiştirdi ve 'askeri demokrasiyi' tasfiye etti. Anadolu'nun küçük kentlerinden insanlar iktidara geldi.
Bu köylü insanlar bile değişti. Avrupa kurallarını benimsediler. Avrupa Birliği'nin dayatmasıyla Türkiye, anayasasını kısmen değiştirdi.
Erdoğan Türkiye'yi değiştirdi, ama o bir muhafazakar. Taksim'e çıkan kentli sınıfı, aydın kesim oluşturuyor.
Camiye gitmezler, beş vakit namaz kılmazlar.
Ama onlar azınlık... Putin de Erdoğan da kaostan nefret ediyor. Putin güçlü bir Rusya görüyor ve bu hedef itaat gerektiriyor.
Erdoğan da aynı şekilde.
İnsanların sert ahlak kurallarına bağlı olması gerektiğini düşünüyor.
Ben içki içiyorum, ibadet etmiyorum, ama Erdoğan'ı destekliyorum, çünkü ülkedeki değişimi görüyorum..."
Barlas'ın, "Neden Gülen, Zaman gazetesi, GEZİ gösterilerinden birkaç gün sonra Erdoğan'ı eleştirdi? Ne istiyor?" sorusuna verdiği cevap da olan biteni özetler gibiydi...
"Erdoğan ile iktidarı paylaşmak, Türkiye üzerinde daha fazla etki sahibi olmak ve kendi adamlarını gerekli pozisyonlara yerleştirmek.
Ama ülkenin geleceğini ikisi farklı görüyor. Gülen, İslam Türkiyesi'nin hayalini kuruyor, Erdoğan ise kalkınmış bir Türkiye'nin. Gülen ABD'de yaşıyor ve memleketine dönmeye niyeti yok. Gülen diyaloğa inanıyor. Yahudilerle çok iyi anlaşıyor. Papa ile görüşüyor. En önemlisi, ABD Gülen'in dev ağını, El Kaide ve Hizbullah'a karşı kullanmak istiyor...
Gülen'in polis, savcılık ve genel anlamda güvenlik güçleri üzerinde ciddi etkisi olduğuna inanıyorum..."
Bu röportajda en çok ses getiren yer ise gazetecinin "Gülen'e Müslüman Soros diyebilir miyiz?' sorusuydu...
Günlerce konuşulup tartışılmıştı... Barlas da çok kişiye cevap vermek zorunda kalsa da hepsinin üstesinden gelmişti.
SÖZCÜ'de Serpil Yılmaz'ın yazısı çok değerliydi... Yılmaz, son günlerde ismi sıkça tartışma konusu olan SOROS'u ve Osman Kavala'yı CAN PAKER'e soruyordu. En doğru isim Can Bey'di...
"Erdoğan ile Soros arasındaki ilişki hangi noktada koptu?" sorusuna verdiği cevap şöyleydi:
29 OCAK 2009...
Can Bey'in cevabı son 10 yılda yaşanan tüm türbülansları kapsıyordu.
Sadece bu tarihin DAVOS'TAKİ "ONE MINUTE" olayı olduğunu bilmeniz ve sonrasında yaşananları alt alta sıralamanız gerekiyordu. AK PARTİ iktidara geldiğinde IRAK'a müdahale söz konusuydu. Erdoğan o gün TEZKERE'nin geçmesini istese de AK PARTİ'nin önemli bir bölümü "HAYIR" diyordu. ABD Başkanı BUSH'tu! Ve SOROS onun için "Gitmesi için bütün servetimi kaybetmeye razıyım" diyordu. Aynı şeyleri farklı tonda TRUMP için de kullanıyordu.
Biden ise destek verdiği bir isimdi. KÜRESEL POLİTİKALAR açısından aynı rotadaydılar... SOROS'un destek verdiklerini "KÜRESELCİ" karşı çıktıklarını ise "ULUSALCI" diye tanımlamak kolaycı da olsa gerçeğe yakın gibiydi.
"KÜRESELCİ" diye ayrı bir EKOL olarak düşündüğümüz akım bugün hala siyasette güçlüdür. Hayatın içinde de... Bu akım DEVLETLERİN rollerini abarttığını düşünmekte. Ve bunun budanmasını istemekte.
PARA ile ilgili, fikir ile ilgili, sınırlar ile ilgili düşünceleri ULUSAL BAKIŞ AÇISININ KARŞISINDAYDI.
Bu nedenle SOROS ve aynı frekansı paylaşanlar PUTİN'den de, Erdoğan'dan da hatta Cinping'ten de hoşlanmazlardı...
Soros, "ABD'de bile Trump gibi üçkağıtçı bir başkan seçilebilir ve demokrasiyi içeriden baltalayabilir..." sözleriyle BEYAZ SARAY'a savaş açıyordu. Çin için de baktığı pencereyi şu çıkışıyla özetliyordu:
Dünyadaki tek otoriter rejim değil ancak en müreffehi, en güçlüsü ve teknolojik açıdan en ilerideki...
Soros'un temsil ettiği akım, MUHALEFET'TE de fazlasıyla mevcut.
Konu PARA olunca onlar da DÖVİZDEN, ENFLASYONDAN, ENERJİ FİYATLARINDAN GELİYORLARDI...
Bu kavga yeni değildi.
Yarın da bitmeyecekti.
MUHALEFETİN SÖYLEYEMECEĞİ asıl ortak nokta buydu.
KÜRESEL BAKIŞ
AÇISI ortak paydaydı...
Fakat biz bu mücadeleyi içerideki figürlerle ve yerel tanımlarla yaşıyorduk. Arka plandaki savaş KÜRESEL'Dİ...
Başkan Erdoğan, KÜRESEL bir anlayışa karşı çıkmaktaydı. Ne zaman başladı bu? 29 Ocak 2009'da... Ve hala sürmekte... 15 Temmuz'dan FAİZ indirimine, Boğaziçi'nde hocaların REKTÖR beğenmemesinden AK PARTİ içindeki tasfiyelere kadar konuyu uzatın... Olan biteni anlamak için buradan bakmak yeterli olacaktır...