Her şeyi tüketenler
HAFTA sonu Bursa'daydım. Can dostum Mehmet Nurdoğan'ı ziyaret ettim.
Üniversite yıllarında birlikte aynı evde kaldık.
Üzerimde çok hakkı vardı. Kendisi Maraşlıydı.
Türkiye'yi sarsan depremlere yakalanmış, ilk andan itibaren enkazlara koşarak canlar çıkarmıştı. Sarsılan ailesinin psikolojisini düzeltmek amacıyla Bursa'ya gelmişti. O dehşet saatlerini, neler yaşadıklarını uzun uzun dinleyerek sohbet ettik.
"Beni en çok sarsan, yalan haberlerle, iftiralarla sosyal medyada, siyasette devletine saldıranları görmek oldu. Bu bana da, birçok depremzedeye de daha çok acı verdi. Ölümlü dünyada hırslarına yenilenler, bu afetten hala ders almayıp dünyalık için yalan-dolanlarla böyle bir felaket de dahi devletine dahi saldırmayı göze alanları görmek kahredici." diyordu.
Hüseyin Kılınçkıran ve Mehmet Dudu ağabeylerimizi de anlattı. Çok yakından tanıdığım Maraşlı iki yaşlı büyüğümüzdü onlar.
Hüseyin Kılınçkıran 80'li yaşlardaydı. Mehmet Dudu ise 76'ydı. En büyük hayali ve duası "Şehit olmak"tı Hüseyin ağabeyin. Depremden önce Mehmet Dudu ile buluştu. "Ben senden önce ölürsem, cenaze namazımı sen kıldır" diye vasiyette bulundu Mehmet Dudu'ya. İkisi de asrın felaketinde enkaz altında kaldı. Hüseyin ağabey beş vakit namazında ellerini açarak çok istediği o şehadete kavuştu. Enkazdan 16 saat sonra sağ çıkan Mehmet Dudu ağabey, yaralı ve halsizdi.
Yürüyecek hali yoktu. Ancak arkadaşına söz vermişti. Zorlanarak cenazeye katıldı. Enkazdan çıkıp, gözyaşlarıyla "Allahüekber" diyerek cenaze namazı kıldırıp, can dostunun vasiyetini yerine getirdi.
Bu ülkede bazıları öyle ileri gitti ki, depremde bile "Allahüekber" denmesinden rahatsız olduklarını açık açık ilan etti. Bu halkın kalbindeki "Allah" sevgisini, imanını bilmeyen, görmeyen bu nasipsizler, cenazeler kaldırılırken olduğu gibi, canlar kurtarılırken de "Allah büyüktür" denmesini hazmedemediler.
Halktan kopuk yaşayan bu zihniyetin bu ülkeyi yönetmeye talip olması işin daha acısı.
Aynı zihniyet, afetten nasıl oy devşiririz, insanları nasıl gerip, kaos oluşturarak sokaklara dökeriz diye sosyal medyada, kameralar önünde adeta birbirini ezdi. Yüzbinler afet için seferber olurken, birileri sıcacık evlerinden yalan ve dolanlarla saldırdı. Birileri de cenaze evinde siyaset yaparak koltuk kovaladı.
Dünyalık peşinde koşanlar, sevdiklerini ahiret yolculuğuna gönderenleri anlayamazlardı. Dedik ya, bu zihniyet bu halktan öylesine kopuk ki, utanmadan bir de bu halkı yönetmeye talip oluyorlar. Hem de depremde bile siyasi rant peşinde koşarak. Battaniyeye, çadıra, deprem oldu diye zam yapan neyse bu siyasi rantçılar da o. Şu anda bazı illerde depremzedeler geliyor diye ev kiralarına fahiş zam yapanlardan bir farkı yok bunların.
Bu zihniyettekilere bir Sam Walton hikayesi anlatayım. Sam, 1945 senesinde, kayınpederinden borç aldığı 20.000 dolarla ilk bakkal dükkânını satın alıyor. İşte o bakkal dükkânında muazzam bir sırra sahip oluyor.
O sırrın adı da "Düşük Fiyatlar"... Sam bakkal dükkanıyla birlikte bir slogan geliştiriyor kendine.
"Her zaman düşük fiyatlar, her zaman" sloganını hayatına da şirketlerine de nakşediyor.
İşte o Sam'ın perakende zinciri sahibi ailesi dün açıklanan "Dünyanın en zengin ailesi" listesinde 573 milyar dolarlık servetle birinci sıradaydı. Garibanlar için "Mutlaka ucuz" sloganıyla bu noktaya geldiler. Bizim marketler ise bu halka her gün fiyat etiketi değiştirerek operasyon çekti. O yüzden uluslararası değil, yerel kalmaya mahkum oldular.
Sam Walton, büyük servete rağmen 25 bin nüfuslu kasabada mütevazi bir hayat sürdü. 1992 yılında kanserden yaşamını yitirdi. Forbes'in dünyanın en zengin adamı olarak ilan ettiği Sam Walton, "Rakiplerimin gemi benzeri yatları var... Ama ben kendimi hiç yat alacak kadar zengin görmedim. Hayatımı hep mazbut yaşadım. Çünkü ben tüketemeyenlere satış yapıyorum, aşırı tüketenlere değil.
Eğer tüketemeyenlerin dünyasından uzaklaşırsam onların ruh halini anlama becerimi kaybederim." diyordu.
Bugün yatlardan inmeyenler, lüks semtlerde şömine başından sosyal medyaya girip yardıranlar, plazalarda klavyenin başında oturanlar, siyasi rant aşkına saldırıyorlar.
Tüketemeyenlerin dünyasından uzak yaşamlarıyla "Allahüekber" denmesinden bile rahatsız oluyorlar. O insanların ruh halini anlama becerisinden binlerce kilometre ötedeler. O yüzden sadece ve sadece dünyalık düşünen ve her şeyi tüketen bu zihniyete, uzak oldukları bu halk asla yol vermeyecek.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.