"YASAKÇI, yok sayıcı zihniyet kökleri kurutulmuş, geçmişle bağları koparılmış bir millet meydana getirmeye çalışıyorlardı..." Bu sözleri Başkan Erdoğan sarf etti dün.
Öyle bir siyasi yapı oluşturdular ki Türkiye'de, yıllarca ne olduğunu anlayamadık. Tam 30 yıl Meclisimizde türbanı tartıştık. Başka hiçbir büyük sorunumuz yoktu. Kılık kıyafetle uğraşan tek dünya ülkesiydik. Millet olarak bizi planlı bir şekilde böldüler.
Sağ iktidarlarda Yılmaz Öztuna'nın kaleminden tarih derslerimizde ecdada övgü ile karşılaştık. Sol iktidarlarda tarihçi olmadığı halde ders kitaplarımızda Emin Oktay'ın ecdada sövgüleri ile nesiller yetiştirdik. Abdülhamid Han gibi bir vatansevere, dehaya "Kızıl Sultan" diye bağıran kitaplarla büyütüldük. Binlerce yaşanmış hikayesi olan İstanbul'un fethini üç satırda "Gemiler karadan yüzdürüldü, Ulubatlı Hasan bayrağı dikti, İstanbul alındı" diye öğreterek geçiştirdik. 25 yılını at üzerinde fetihlerle geçiren ve sınırları 22 milyon metrekareye yayarak cihan imparatorluğu kuran Kanuni Sultan Süleyman'ı çocuklarımıza detaylarıyla hiç anlatamadık. At üzerinde 25 yıllık üç kıtaya yayılma dönemini 25 kelimeye, belki de daha azına sığdırdık sınıflarda.
Roma'yı alma hayaliyle yaşayan ve Batı'ya her sefer düzenlediğinde doğudan arkasından hançer yiyen Yavuz Sultan Selim Han'ın askeri dehasını anlatacak bir tek öğretmen bulamadık yıllarca okullarımızda. At üzerindeki seferleri "Ne zaman Batı'ya sefere çıksak Doğu'dan İran topraklarımıza giriyor. Doğu'yu halletmeden Roma'yı alamayız" diyen Yavuz Sultan Selim Han'ın çöl geçtiği anlara dair göz yaşartan olayları anlatacak bir babayiğit bulamadık çocukluğumuzda. Irak'tan, S.Arabistan ve Suriye, Yemen'e kadar uzanan seferlerinden birinde çölde ordusuyla gidiyor. Aniden atından inince ardındaki binlerce asker de ona uyuyor. Sadrazam gelip "Sultanım siz atınızdan inince ordu da inip yürümeye başladı. İçlerinde yaralılar var. Yürümekte zorlanıyorlar. Lütfen atınıza binerseniz yaralılar da binip rahat etseler" der.
Yavuz Sultan Selim Han "Lala, önümde Peygamber Efendimiz "(SAV) yürürken ben nasıl atı bineyim?" diye çıkışır. Böyle bir büyük kumandandır o. Ama ne öğrendik, ne anlattık.
Kendisinden 300 yıl önce yaşamış büyük İslam alimi Muhyiddin Arabi Hazretlerinin "Sin Şın'a girince sırrım ortaya çıkar" şeklindeki sözlerinin anlamını hangi öğretmen anlatabildi 100 yıl boyunca.
Cami bahçesinde namaz kılanların secdedeyken önüne geçiyor ve "Sizin taptığınız tanrı ayaklarımın altında" diyordu Muhyiddin Arabi Hazretleri. Taşlarla saldırdılar ona. Talebesine "Ne demek istediğim Sin Şın'a girince anlaşılır" diye açıklama yaptı. 300 yıl sonra Selim Şam'a, yani Sin Şın'a girdi.
O cami bulundu. Bahçesi kazıldı. Küplerle altın çıktı.
Yani "Secdede bile parayı-alacak vereceği düşünüyorsunuz, paraya tapıyorsunuz" diyordu Muhyiddin'i Arabi Hazretleri. O sözleri, bugün Yavuz Sultan Selim Han'ın türbesinde baş köşede duruyor. Bunların bir satırını bile anlatacak öğretmen yetiştirilmedi bu topraklarda. Daha nice ecdadın destansı, şanlı zaferleri yok sayıldı yasakçı zihniyetler tarafından. İsrail'in ilk Cumhurbaşkanı'nın söylediği gibiydi durum.
"Ortadoğu'da yıkılmaz denen Osmanlı İmparatorluğunu yıkıp iki tane devlet kurduk. Onlara öyle güzel sistem bıraktık ki; Müslümanlar bize Filistin'i vermeyen Abdülhamid'e, ecdadına en az 200 sövecek" diyordu İsrail Cumhurbaşkanı Weizman.
Bugün içimizde tarihimize sövüp, Batı ağzıyla konuşanların olması, bu ülkeden nefret edenlerin aramızda dolaşması boşuna değil. Adamlar 200 yıllık tohum ektiler. Her şeyi Batı'dan bekleyen, ezik ittihatçı bir zihniyet yeşerttiler bu topraklarda.
Şimdi de ittihatçı torunlarını kullanarak bu ülkeyi Batı başkentlerine bağlayıp yönetmek istiyorlar.
Allah'a şükürler olsun ki, Batı kurgusunda kurulan tüm yasakçı zihniyetler 100 yıl dolmadan birer birer yıkıldı. Bu milletin büyük çoğunluğu aşkla tarihini öğreniyor ve ecdadına sahip çıkıp dua ediyor artık. Sadece bu ülkede yollar köprüler yapılmakla yetinilmiyor… Geçmişle de koparılan bağlar onarılıyor.
"Osmanlı geldi, Bursa'yı aldı, ilk başkent yaptı" diye geçiştirilmiyor artık, "Ey oğul" diye başlayan ve babadan oğula geçen vasiyetler bile kulaklarda hoş seda yapıyor. Bu millet tarihi ile kucaklaşıyor, ecdadını seviyor ve gurur duyuyor.