KRAL Leopold Avrupa ülkesini yönetiyordu. İngilizler ve Fransızlar Afrika ülkelerine girince onun da iştahı kabardı. Elemanlarını Kongo'ya gönderdi.
"Sizi medenileştireceğiz" diye propaganda yaptı. Köleliği kaldırmayı vaad etti. Yaptığı bazı yatırımlarla göz boyadı. Ancak perde arkasından Kongo topraklarının tapusunu adım adım üzerine geçirdi. Kolay değildi.
Dünya araba ve bisiklet ile tanışıyordu.
Tekerlekler kauçuktan yapılıyordu. Kauçuk ağacı yetiştirmeye kalksan bu yıllar sürerdi.
Halbuki Kongo kauçuk ağacı kaynıyordu.
Döve döve çalıştırılacak yüzbinlerce insan kaynağı da mevcuttu. İnsanları kırbaçlayarak sahaya sürdüler. Verim alamadıkları Kongolu işçileri, diğerlerine örnek olsun diye cezalandırdılar. Ne mi yaptılar? Yatırıp el ve ayaklarını çapraz kestiler. Bazı Kongolu işçiler bu köle düzenine isyan etti. İçlerinde iri, yapılı, çok verim alabilecek işçiler vardı.
Onlara kıyamadılar. Ancak onların da cezalandırılması lazımdı. Gittiler eşinin ve çocuklarının ayaklarını çapraz şekilde kestiler. Acımasızca çalıştırılma sömürü düzenine bazı Kongolu aşiretler toplu isyan etti. Medeniyet vaad eden Avrupalı "Öldürün" talimatı verdi. Bunu da emrine aldığı ve maaşa bağladığı Kongolu askerlere yaptırdı. Bu uğurda köyleri bastırıp, binlerce çocuğu zorla askere aldırdılar. Ancak binlerce isyancı insanı öldürmek maliyetleri artırıyordu. Mermi masrafı çoktu. Buna da dahiyane bir planla çözüm buldular.
Mermilerin israf edilmediğini her isyancı öldürenden belgeyle ispatlamasını istediler.
Gösterilecek belge açık ve netti. Her Avrupalı bir mermiye karşılık öldürülen Kongolu işçinin siyah eli bir beyaz subaya teslim edilecekti. Böylece mermilerin boşa atılmasını önleyip, israfı önleyecek müthiş bir buluşa imza attılar. Edmund Dene Morrel adında bir gazeteci, Kongo'ya gidip kesilmiş el ve bacaklı binlerce insanın fotoğraflarını dünyaya servis etti. 1908 yılında patlayan bu dehşet ötesi katliam sonrası Belçika hükümeti, Kral Leopold'a kızdı. "Seni senii" dedi. Peki ne mi yaptı? Kral Leopold'un haklarını elinden alıp Kongo'ya el koydu.
Sonuçta bir kayıp yoktu. Zaten Leopold da Belçika'nın Kralı'ydı. Hani şu bizim Batı hayranı yazarlarımız, bürokratlarımız, aydınlarımız, siyasetçilerimizin öve öve bitiremediği MEDENİ AVRUPA BİRLİĞİ'nin başkenti Brüksel'e sahip Belçika var ya ondan bahsediyoruz. Bizim içimizdeki Batı aşıkları, bunların yaptıkları katliamlardan hiç bahsetmezler. Kestikleri elleri ve bacakları hiç gündeme getirmezler. Batı ülkelerinin o refaha nasıl, kaç milyon insanı kesip-biçip öldürüp ulaştıklarını hiç anlatmazlar. Dolar ve euroyu kandan basanları hiç bu millete aktarmazlar. Utanmadan kalkarlar "Medeni Batı" diye reklam yaparlar. "Oralarda ekonomik sıkıntı yok" diye alkış tutup örnek gösterirler. "Ah Batı ah" diye iç çekelerler. Batı aşkına ecdadına, Afrika'yı bu kanlı katillerden korumaya giden Osmanlı'ya sövmeyi "Şeref" sayarlar. Şanzelize'de içtikleri şampanyayı ve bunun keyfini anlatırlar. O şampanyayı uzatan kanlı eli asla görmezler. Bilirler ama hiç gündeme getirmezler. İçimizde Amerikancısı, İngilizcisi, Fransız monşerleri vardır. Buralara hizmet etmeyi ONUR sayarlar. Mesela İngiltere "Böyyük Britanya İmparatorluğu" derler. "Güneş batmayan imparatorluk" diye alkış tutarlar. Neden "Güneş batmayan" dendiği konusuna ise hiç girmezler. 1920'lere gelindiğinde Büyük Britanya İmparatorluğu dünyada 33 milyon kilometre kareye hükmediyordu.
458 milyon insan egemenliği altındaydı. Yeryüzünün dörtte birini esir almışlardı. Mesela Almanlar'la Afrika'da savaşacaklar. Gidip sömürge ülkelerden 1 milyon asker toplayıp Almanlara öldürtüyorlardı.
Günün 24 saatinde mutlaka güneş alan bir köleler zinciri sömürge ülkesi olduğu için bu unvanı vardı. Kanlı güneşin batmadığı imparatorluktu o. Bugün Amerika'nın da bunlardan farkı yok. Bizim ittihatçı kafa Batı aşıkları, ABD'nin FETÖ ve PKK'ya neden destek verdiğini, niçin askerlerimize sivillerimize saldırttığını hiç konuşmaz.
Amerika bu ülkeye müdahale etsin diye bekler. ABD'nin eğittiği, donattığı silaha boğduğu PKK'nın siyasi kanadıyla ittifak yapıp aynı sofraya oturur. Sonra da "Ben yurtseverim" der. "Yahu PKK'nın garson olduğu Amerikan sofrasında oturuyorsun" diyecek ol, senle dalga geçer. Böyle bir akıl tutulması içinde bu memleketi koruyacağını, devleti yöneteceğini zanneder. Batı Kongo dahil girdiği, adam devşirdiği her ülkede "Herşey çok güzel olacak" diye slogan atıyor, medeniyet getireceğini savunuyordu.
Şimdi Batı için herşey çok güzel oldu.
Sömürdükleri ülkelerle refah içinde yüzüp, kullanışlı elemanlarına minnettarlar.