'Hayır'cıların 8 iddiasına güçlü yanıt
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne karşı çıkanların öne sürdüğü 8 iddiaya yanıt verdi. Uçum, verdiği cevaplarla her suçlamayı tek tek çürüttü.
Cumhurbaşkanlığı Sistemi'ne ilişkin referandum süreci öncesinde, sistemi destekleyenler ile karşı çıkan siyasi parti ve toplumsal uzantıları da netleşmeye başladı. AK Parti ve MHP seçmene 'sandıkta evet oyu kullanın' çağrısı yaparken, CHP ve HDP hayır oyu kullanma çağrısı yapıyor. Sisteme karşı çıkanların buna gerekçe olarak bugüne kadar sundukları temel itirazlar alt alta sıralanıp süreci en iyi takip eden isimlerden olan Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum'a soruldu. Yanıtlardan en ilgi çekenlerden birisi, merhum Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın "CHP'nin iki parmak solundayız" sözünü hatırlattı. Türkiye'de 15 Temmuz'dan klasik sağ-sol, laik-antilaik gibi ayrımların kalmadığına dikkat çeken Uçum, AK Parti'nin yüzde 50 oy alan bir siyasi parti olarak tüm etnik, inanç ve sosyal gruplarla birlikte sol düşünceyi de kucakladığını anlattı.
1. GERİCİLEŞİRLER
İlk eleştiri, zamanlamaya: "Ortalık yangın yeri. Bir yandan DEAŞ diğer yandan PKK terörü yaşanıyor. Türk askeri El-Bab'a girmiş. Anayasa değişikliğinin zamanı mı?"
Zamanlama irade ile belirlenmez. Zaten bu tip reformlar olağan değil rutin dışı dönemlerde olur. Bu anayasal değişiklikler, bir siyasi mühendislik faali yeti değil. 15 Temmuz faşist FETÖ'cü darbe girişimi ve işgal hareketine karşı kurtuluş mücadelesi ve milli bir devrimle ortaya çıktı. Sayın Devlet Bahçeli'nin çıkışı ve Türkiye toplumunun talepleri, yürütmenin ihtiyacı bir araya geldi. Siyasetin görevi olgunlaşan değişikliklerin taşıyıcılığını yapmak, zamanın ihtiyacına yanıt vermektir. Böyle yapmayan siyasetçiler, siyasi yapılar, gericileşir,marjinalleşir ve sonuçta yok olup giderler.
2. BU NASIL OHAL?
"OHAL koşullarında demokratik bir referandum yapılamaz"
Fransa'da OHAL son iki yıldır olağan durum haline geldi, en son 15 Temmuz 2017'ye kadar uzatıldı. Fransa'da hem Cumhurbaşkanlığı seçimi hem de parlamento seçimi OHAL'de yapılacak. İkincisi Türkiye'deki bu OHAL, halka karşı değil halka düşman faşist FETÖ gibi yapılara ve terör örgütlerine karşı ilan edildi. Ve şu ana kadar ki pratiğine bakıldığında, insanların demokratik haklarından istifade etmesinde hiç bir sınırlama söz konusu değildir çünkü bu OHAL terörle mücadeleye ve devlet içindeki faşist çeteleri tasfiyeye yönelik. Türkiye'de, OHAL yönetimi altında yürüyen referandum sürecine dair bir tek sınırlama gösteremezler. Bütün televizyonlar, yazılı ve görsel medya, internet ve sosyal medyada hayır'cıların sesi evet'cilerden daha fazla çıkıyor. Yani "Bu OHAL, hayırcıların sesini bastıracak" deniyorsa, bu nasıl bastırmadır ben anlamadım! Türkiye'de temsil alanlarında evet yanlılarının sesi çok az duyuluyor. En son Sevgili Rıdvan'a, Arda'ya yapılanlara bakın. Şu anda ülkemizde hayır demekte dibine kadar rahatlar insanlar, ama evet demek bazı çevreler bakımından cesaret istiyor. Venedik Komisyonu raporu da objektif değil. Fransa'da OHAL'de seçim uygundur deyip Türkiye'de uygun değil demek iki yüzlülüktür.
3.SORGULAYAMAZLAR
Evet demek isteyenlerin sesinin yeteri kadar duyulamaması, bir mahalle baskısının da göstergesi midir? Eski AİHM yargıcı Rıza Türmen de anayasa değişikliği paketinin TBMM'den geçiş hızını ve 'Venedik Komisyonu Raporunu' gerekçe göstererek 'Kısa süredeki anayasa değişikliğiyle gelen sistem demokratik meşruiyet taşımaz' diyor.
Açık alanda 'Evet' demeye çekiniyorlar... Ayrıca OHAL ile terör örgütlerinin yarattığı korku ortamı izale edilerek insanların ve demokrasinin güvenliği sağlanır. Gelelim Rıza Türmen'in hızlı olduğu iddiasına. Türkiye sivil ve yeni anayasa ihtiyacını 90'lı yıllardan beri çok yoğun bir şekilde tartışıyor. Ben 92'de başladım yeni anayasa ve sivil anayasa tartışmalarına ve ömrümün neredeyse yarısı bu tartışmayla geçti. Yani Türkiye'nin anayasa tartışması konuşunda çok büyük bir müktesebatı var. 2010 anayasa değişikliğinden sonra yeni anayasa platformu bütün Anadolu'yu dolaştı. Mecliste kurulan Anayasa Komisyonu, sayısız anayasa toplantıları yaptı. Meclise toplumdan yüz binlerce görüş geldi. Meclis Uzlaşma Komisyonu, sivil toplum kuruluşlarını ağırladı ve onların görüşlerini aldı. Toplumun yeni anayasa talepleri konusunda 100 bin sayfadan fazla külliyat var şu anda. Dünyada belki de anayasa değişikliğini bu seviyede ve bu yaygınlıkta tartışan tek ülke Türkiye'dir. Müthiş bir birikim var, aceleye getirilmiş bir şey değil. Bir de 15-16 Temmuz, Milli Demokratik Halk Devrimi'nin ortaya koyduğu bir ihtiyaçtır, bu değişiklik. Bunun meşruiyetini ne Venedik Komisyonu ne de diğer kriterler asla sorgulayamaz. Bu meşruiyet, Türkiye'nin ülkesel dinamiklerinden, siyasi gelişmelerden, toplumsal taleplerden kaynaklanan bir meşruiyettir.
4.BU SİSTEM OTORİTERLEŞTİRİR
AK Partililerin anayasa değişikliğinin gerekçesini "Türkiye'de fiili bir durum, bunu hukuki olarak da düzeltmek için Cumhurbaşkanlığı Sistemini öneriyoruz" olarak sunuyor. Muhalefet ise "Madem fiili olarak başkanlık yetkileri kullanılıyor, neden bu değişikliği istiyorsunuz" diyor.
Çünkü bu sistem, anayasal düzeyde kriz üretmeye elverişli bir sistem. Ve bu sistem bu şekilde kalırsa, otoriterleşme çıkar. Bu sistemi böyle devam ettirmek, geleceğe dönük siyasal krizleri ve otoriterleşme eğilimlerini devam ettirmek demektir. Halk tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanı ile Meclis çoğunluğuna dayalı Başbakanlıktan oluşan mevcut durum, anayasal seviyede kriz üretebilen bir sistem.
5.DEVLET, KİŞİSEL BECERİYE BIRAKILAMAZ
Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan için değil, Erdoğan sonrası Türkiye'nin istikrarı için istenilen bir değişiklik mi?
Şimdi sistemde bir sorun çıkmıyor ama bunun sebebi, Başbakan Binali Yıldırım ile Sayın Cumhurbaşkanı'nın uyumlu çalışmasıdır. Ama bir sistemin geleceğini, insanların uyumlu çalışma becerisine bırakabilir misiniz? Bu çift başlılık, deyim yerindeyse kardeşi kardeşe düşüren bir sistem. Bunu değiştirmek için anayasal anormalliği düzeltmek lazım. Yani aslında bir fiili durumu hukukileştirmek gibi bir şey yok. Anayasa'da yer alan kurallardan kaynaklı "sürekli kriz tehlikesini" gidermek söz konusu.
6. CUMHURBAŞKANI YARDIMCISI NEDEN 'SEÇİLEMEZ'
Mevcut sistemde, halk tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanına, halkın seçtiği Meclisin belirlediği TBMM Başkanı vekalet ediyor. Ama önerilen Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nde, Cumhurbaşkanı yardımcıları seçimle değil atamayla geliyor. "Cumhurbaşkanının olmadığı dönemlerde, ülkeyi seçilmiş değil atanmış bir başkan yönetecek ve bu milletin temsil gücünü yansıtmaz" deniyor.
Bu son derece hatalı. Ya konuya hakim olmadıkları ya da bilerek çarpıttıkları için bu yanlış yorum ortaya çıkıyor. Cumhurbaşkanı, ne kadar isterse o kadar yardımcı atayacak. Bu bir de dört de olur, ihtiyacına göre birden fazla yardımcı atama yetkisi var. ABD'de Başkan yardımcısının seçilmiş sayılmasının sebebi, bir meşruiyet ihtiyacıdır çünkü ABD cumhurbaşkanı boşalınca yardımcısı kalan süreyi tamamlıyor. Trump başkan seçildi, diyelim ki 6 ay sonra sağlık sebepleri nedeniyle görevinden ayrıldı. Yardımcısı Başkan olacak ve kalan 3.5 yılı tamamlayacak. Dolayısıyla orada bir meşruiyet sorunu olmaması için seçilmiş sayılması söz konusu. Bizim önerdiğimiz Cumhurbaşkanı Yardımcısı ise, Cumhurbaşkanlığına seçimlere gidene kadar ki 45 gün vekalet edecek ve başkan sıfatı olmayacak. Bu vekalette sadece seçime götürme vekaleti, kalan süreyi tamamlama hak ve yetkisi yok. Öte yandan burada dolaylı bir meşruiyet de var. Cumhurbaşkanı Yardımcısını tayin eden kişi zaten seçilmiş olan Cumhurbaşkanı, seçilmiş hükümetin tasarrufunun meşruiyeti söz konusu. Yine de seçilmiş sayılabilirdi ancak bunun da Türkiye şartlarında iki başlılık yaratabileceği endişesi dile getirildiği için, önerilen yöntem tercih edildi ve kalan süreyi kullanma yetkisi vekile verilmedi.
7. DİKTATÖRLÜĞE DÖRT ÖNLEM
Cumhurbaşkanlığı sistemi, "Türkiye'yi diktatörlüğe veya tek adam yönetimine götürüyor" iddiası gündeme getiriliyor.
Bu tek kişilik hükümettir. Ama tek adam rejimi değildir. Tek adam rejimi otoriterliğe dayanan bir rejimdir. Kurulan sistem tam bir kuvvetler ayrılığını güvencelediği ve kuvvetler arasında bir denge sağladığı için buradan bir otoriterleşme çıkmaz, bu bir. İkincisi, yüzde 50+1 oy alan herhangi bir aday bir çoğulcu yapının desteğiyle bu oyu aldığı için onun sosyolojisi bu otoriterleşmeye izin vermez. Meclis kötüye kullanım ya da bir problem çıktığında mevcut Cumhurbaşkanına karşı harekete geçme ve seçimleri yenileme imkanına sahip olduğu için de çıkmaz. Dördüncüsü ve daha önemlisi, hiç bir hukuki sistem kendi başına bir otoriterlik üretmez ve kendi başına otoriterliği engelleyemez. Otoriterlik ve tek adamlık meselesi, ekonomik, sosyal, siyasal koşullara, ülkenin bulunduğu konjonktür, bölgesel ve küresel egemenlik savaşlarıyla ilgilidir. Bütün bunları söylemek, bu sistemden bir otoriterlik veya diktatörlük çıkar demek, bir hukuk mühendisliği yapmaktır. Onun temel kaynağı da şudur: Ya Meclisi de hükümeti de aynı parti alırsa? Bu demokrasiye inanmamaktır! Tam tersine, bu tezi ileri sürenler otoriterleşme imkan açıyor. Demek istiyorlar ki öyle bir sistem kuralım ki Cumhurbaşkanı bir partiden, meclis çoğunluğu başka bir partiden olsun. Bu hukuk mühendisliği ve halkın iradesini bastırmak değil midir? Tam tersine burada demokratik bir sistem, seçim ilkesine dayanan ve uyumsuzluk çıktığında halka giden bir sistem kurulmaktadır. Kötüye kullanım halinde de siyasi dinamikler, toplumsal tepkiler, o günün kamuoyu, demokratik reaksiyonlar devreye girecektir. Bu sistem sosyoloji ve siyasal dinamiklere alan açtığı için yani meşruiyeti çok güçlü bir sistem olduğu için, otoriterleşme eğilimi gösteren siyasiyi anında tasfiye eder.
8. SOLU DA TEMSİL EDİYOR
"Türkiye'nin toplumsal yapısının sandığa yansımasında, sol oyların yüzde 30'da kaldığı ve CHP'nin Cumhurbaşkanlığı sistemi ile hükümet kurma ya da ortağı olma olasılığının ortadan kalkacağı" savunuluyor.
İktisatçı İdris Küçükömer'in "Türkiye'de sağ soldur, sol da sağdır" analizini hatırlamak lazım. Günümüzde solculuğun esaslarını gelir dağılımında adalet, gelir güvencesi ve sosyal politikalar oluşturur. Ayrıca halkın karşısına tezle çıkma değil, halkın taleplerini teze dönüştürme siyaseti, sosyolojik siyaset solu belirler. CHP ise seçkinci, üstenci ve uzaktan temsil siyaseti yapar. Halka dayanmaz, yerel değildir, Batıcı, aydınlanmacı, modernist bir üstencilik üzerinden siyaset yapar. Çok enteresan, sosyal politikaları ve halka dayanan siyaseti, son 15 yıldır Türkiye'de kendisini muhafazakar demokrat olarak tanımlayan AK Parti uyguluyor. Bu anlamda, aslında Türkiye'nin solu da AK Parti'de temsil ediliyor. AK Parti ne sosyolojik olarak tek bir çoğunluğa ne de değer sistematiği ve kimlikler açısından tek bir çoğunluğa dayanıyor.
Türkiye'nin mevcut sosyolojik yapısına göre yüzde 50+1 oya ulaşan herhangi bir siyasal aktör, çoğunluğun desteğini almış demektir. Çünkü hiç bir siyasi aktör tek bir kimlik veya ideolojinin desteğiyle yüzde 50+1 oyu alamaz. Türkiye'nin bu çeşitlilik içeren yapısı içinde yüzde 50+1 almak, çoğulculuğun minimum tabanıdır. Yüzde 50+1'i alan Cumhurbaşkanı, çoğulcu bir yapının desteğini alarak oraya geleceği için hiçbir zaman çoğunluğun azınlık üzerinde egemenliğini sağlayacak şekilde bir pratik üretemez. Çünkü böyle yaparsa o çoğulcu yapı dağılır, onu karşısına almış olur. CHP, esas itibariyle monolotik bir ideolojik anlayışa sahip, CHP'nin çoğulculaşması lazım. Milli ve yerel dediğimiz kavramın içeriği de budur. Yerel değerleri üzerinden toplumu kavramak, toplum mühendisliğinden, siyaset ve hukuk mühendisliğinden kaçınmak. Toplumun değerleri, talep ve ihtiyaçları üzerinden siyaset üretmek ve tez dayatmamak. Şu anda gelinen noktada bu çok önemli. Türkiye'de şu anda önceliğimiz artık yurtseverliktir. Tabii ki yurtseverliği güçlendirirken demokrasiyi geliştirmek de diğer bir yükümlülüğümüzdür, değişimden kaçamayız ama değişimi ülkemizin bütünlüğünü gözeterek yapmak zorundayız.
Star