Türkiye'de seçimlere bile katılmayan 100'e yakın parti var. Çoğu sadece tabela partisi olarak varlığını sürdürüyor.
Birbirlerinden ideolojik veya siyasi farkları var mı bilinmiyor ama bir kısmı da "tavşan parti" olarak işe yarayacağı günü bekliyor.
Şimdi bu tabloya bir yenisi daha eklendi. 2017 yılında Zaza Partisi olarak yola çıkan bir grup siyasetçi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın "Bölge, ırk esasınagöre parti kurulmaz" uyarısı üzerine önce adını Yenilikçi ve Değişim Partisi yaptı.
Sonra da geçtiğimiz 1 Eylül'de kongreyle adını Demokrasi Zamanı Partisi (DEZA-PAR yaparak siyasi arenada yerine aldı.
Partinin genel başkanı seçilen DilaverEren, amaçlarını şöyle özetliyor:
"Ana aksı Zazalar olan bir siyasi partiyiz.
Ama biz zalimine benzemek istemeyen bir siyasal partiyiz. Biliyorsunuz mazlum biraz hak elde edince zalimine benziyor ve diğerlerini yok sayıyor. Mesela Kürt hareketiböyle oldu. Biraz siyasal ve sosyalhaklarına kavuşunca Zazaları yoksaydı. Geçmişte de Türkiye Cumhuriyeti, Kürtleri, dağlık Türkler olarak tanımlıyordu.
Şimdi de Kürt arkadaşlar Zazacayı Kürtçenin bir lehçesi olarak görüyorlar.
Zaza halkının varlığını önemsemediler.
Önemseseydiler böyle bir siyasi harekete de gerek kalmazdı." 12 Eylül sonrası kurulan SHP milletvekillerinden Mehmet Ali Eren'in kardeşi olan Dilaver Eren, Deza kelimesinin Zazaca "kuzen" anlamına geldiğini ve subliminal mesaj vermek için seçtiklerini söylüyor ve ekliyor: "Bugün Türkiye'de ihtiyaç duyulanşey etnik, ırki, mezhebi, sol veya sağradikalizm ile militarizm değil dahafazla demokrasi ve uzlaşıdır."İlginç, herkes Türkiyelileşmeyi beklerken,"ana aksı Zazalar" olan bir partiyleyola çıkmak "demokrasiye" ne katkısunar ve Deza-Par bu haliyle toplumdandestek alır mı göreceğiz ama en büyük kösteğiPKK-HDP çizgisinden alacağı kesin.
Çünkü o bölgede PKK hiçbir siyasi çizgiye yaşam hakkı tanımadı.
Ölüme mahkumşehirler ve İstanbul
İstanbul, hem çok şikayet edilen hem de yaşamaktan hiç de vazgeçilmeyen bir şehirdir. Trafiği, kalabalıkları, yoğun yapılaşması çekilmez olsa da doğası, dinamizmi, tarihi, sanatsal üretkenliği insanı bu şehre bağlıyor. Ama en önemlisi tarihi, dünyada 1600 yıl gibi uzun bir süre Roma ve Osmanlı imparatorluklarına başkentlik etmiş başka bir şehir yok. Son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalarla İstanbul'un tarihi 8.500 yıl önceye kadar gidiyor.
Peki, "İçinde yaşadığımız bu şehrine kadar tanıyoruz?"Mimar Dr. Sinan Genim, son kitabı"İstanbul Yazıları"na bu soruyla başlıyor...
Ve bizi, dünün İstanbul'undan geleceğin İstanbul'una bir yolculuğa çıkartıyor.
Roma ve Osmanlı dönemi eserlerini, dikilitaşları, Ayasofya'yı, su kanallarını, meydanları, Süleymaniye'yi, kemerleri, surları, kayıp kaleleri hikayeleriyle anlatıyor.
Boğaziçi'ne ve Mimar Sinan'ın eserlerine ise özel bir yer veriyor. Sonra da bir mimar gözüyle bugünün İstanbul'una ilişkin düşüncelerini yazıyor. Onları yazarken geleceğin İstanbul'una ilişkin şu radikal notu düşündürücü: "Beylerbeyi Sarayı ve OrtaköyMecidiye Camii gibi Boğaziçi'nin engüzel anıtsal yapılarını gölgeleyenBoğaziçi Köprüsü ile Rumelihisarı'nınüzerine bütün ağırlığıyla çöken FatihSultan Mehmet köprüsü iptal edilerekMarmaray geçişinden elde edilendeneyim ve teknolojiyle su altına alınmalıdır."Bir düşündürücü sorgulamayı da kendimesleği mimarlıkla ilgili yapıyor ve şu soruyusoruyor: "Kaç mimar bir yapıyı yaparkenkendi mimarlık anlayışını yansıtabiliyor?"Kitap okuyucusuna İstanbul'u sevdirdiğikadar sorumluluk da yüklüyor. O sorumluluğunnedenini de Petrus Gyllius özetliyor: "Dünyada bütün şehirler ölümemahkumdur, fakat İstanbul, insanlıkvaroldukça yaşayacaktır."
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.